Aklı Başında İnsan Olmak

Aklı başında insan denilince dengeli, mantıklı, uyumlu ve davranışlarında aşırılıklar göstermeyen insanı anlarız. Bu haliyle aklı başında adam bulmak zor değildir. Hepimiz aklı başında sayılabiliriz, bu tanım esas alınırsa. Çünkü hepimiz yeryüzünde silahların, tahtların ve borsaların kurdukları denge içinde dengeli, üretim despodluğuyla inşa edilmiş sistemin mantığıyla mantıklı, günlük hayatımızın bizi kıskıvrak sıkıştırdığı ortamda uyumlu ve nihayet boyudları insanın tek başına ulaşamayacağı ölçüde azgınlaşmış bir yaşama atmosferi içinde aşırdıklardan uzağız.

Akılcı bir yaklaşımla da bunun böyle olması gerektiğini ileri sürebiliriz. Ama akıllı bir insan olmaya doğru birkaç adım attıysak görüyoruz ki bize denge diye sundukları yapı kuvvetin mutlak hâkimiyetinden başka bir şey değil ve mantıktır diye yaşattıkları zihnî işleyiş bir delilik, uyumluluk diye gösterdikleri yollar kullara kulluk, aşırılıklardan sakınma diye övdükleri tutum da kendi budalalığımızın haklılaştırılmasından başka bir şey değildir. Bütün bu çapraşıklık aslında bizim de aklı başında yaratıklar olmadığımızı gösteriyor.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Bilgi Nasıl Ve Nereden Alınır

Acıkanlar yemek yer ve uykusu gelenler uyur. Hiç kimse bir diğerinin yerine karnını doyuramaz, hiç kimse bir başkasının uykusunu uyuyamaz. Bilgi de böyledir. Hiç kimse bir başkasının bildiğini bilemez. Ama iki insan aynı bilgiye sahip olabilirler. Böyle bir olayın gerçekleşmesi için her iki insanın aynı tecrübeyi geçirmiş olmaları zorunludur. Bu durumda bir soru çıkıyor karşımıza: Bilgi bir insandan diğerine aktarılamaz mı? Şahsî tecrübemize dayanarak bu soruya olumlu cevap veririz. Öğrendiklerimizin çoğunu başka insanlardan edinmişizdir. Ama yalnız insanlardan mı? Gökyüzünden, ırmaklardan, karıncalardan ve kitaplardan da birçok şey öğrenmişizdir. Yalnız buradaki iki şeye dikkat etmeli: Bilgimizin türü o bilgiyi edinmek için başvurduğumuz kaynakla ve o bilgiye varmak için uyguladığımız yöntemle kayıtlıdır, bu bir. İkincisi, hangi türden ve hangi yoldan edinmiş olursak olalım bilgi sadece kendimizde, bir bakıma ruhumuzdadır.

Hayat tecrübemizin bizde kendimize mahsus bir mevcudiyet oluşturduğunu hissediyoruz:. Hayat bizim hayatımız, gövdemiz de ruhumuz da bizim, lâkin yine de bilgimizin nerede olduğunu anlayamıyoruz. Kendi hayatımızın bile kendi içimizde son bulmadığını anlayabiliyoruz. “Ben” dediğimiz şeyin yerini tesbitte karşılaştığımız zorluk “anlam”a yaklaştığımızın bir işaretidir.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Batı Hala İnsanlığın Sorumluluğunu Üzerine Alamamıştır

İnsanlığın son çağlarda birbirleriyle sıkı temaslar içinde bulunan topluluklardan oluştuğu, yeryüzünün her yerine uzanan bir standardizasyondan etkilendiği bir gerçek. Ama bu sonuçtan kalkarak böyle bir standardizasyonu doğuran kuvvetin başlangıçta iyi niyetlerle  bezendiği kolayca ileri sürülemez. Belki tersini de kesinlikle ileri sürmek mümkün değil. Bilimin varlığı bizatihi bir kötülük olarak algılanamaz. Anlaşılması gereken her zaman diliminde ve her toprak parçasında insanların spesifik meselelerle bağımlı olduklarıdır. Evet, Batı Avrupa'da doğan bilim, teknik, medeniyet ve insan anlayışı günümüz dünyasında kesin bir yaygınlık kazanmıştır, fakat yine de tarihin bir döneminde, dünyanın bir bölgesinde yaşayan insanların bütün insanlığın meselelerini çözmek üzere harekete geçmiş olduklarını iddia edemeyiz.

Edemeyiz, çünkü, Batı'da doğmuş makinalı medeniyet bugün bütün yeryüzünü egemenliği altına almış olmakla birlikte halen insanlığın sorumluluğunu yüklenmeye bile yanaşmamaktadır. Hatta bu medeniyet, açlık, savaş, hastalık, eşitsizlik gibi kendine düşman ilân ettiği ve fakat gerçekte kendinin türettiği kötülüklere karşı bile etkili olamamaktadır. Üstelik teknolojik imkânların bu kötülükleri ortadan kaldırmak üzere mevcut olduğu, hatta bu imkânı da elinde tuttuğu medeniyetin müdafiileri tarafından öne sürülmektedir. Ama bu medeniyet ayakta kalabilmek için insanlığın çözülemez meseleleri bulunduğuna halkı gizliden gizliye inandırmak zorunda olduğunu biliyor.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak
Devamını Oku »

Osmanlı Ve Demokrasi

Çağdaş demokratik toplumlarda suç sayılan unsur düşünce değil "eylem" dir. Aşırı bir örnek verecek olur­sak şunları söyleyebiliriz. Bir insanın "hırsızlık etmek bir toplumda fena bir davranış değil, tersine iyi ve faydalı bir davranıştır" gibi bir tezi savunması demokratik ve hür bir toplum örgütlenmesi içinde suç sayılmaz. Ama aynı insanın fiilen hırsızlığa kalkışması suçtur ve cezayı müstelzimdir. Bu yaklaşımı bütün alanlara teşmil etmek de mümkündür. Eylemin suç sayılmasının dayanağı da bellidir: Toplum güvenliği. Eylemin her türlüsünü bir insanın başka insanlar üzerine kurmaya kalkıştığı bas­kıyla bağlantılıdır. Eylemin yasaklanması başka bireyleri olduğu kadar, toplum teşkilâtlarını ve devletin kendini korumasıyla da ilgili olabilir.

Bugün son derece ileri, demokratik, hür gibi görü­nen bu yaklaşım gerçekte müslüman topluluklarda en son da Osmanlı Devleti bünyesinde yaşanmıştır. Yani Osmanlı toplumu çağdaş toplumların pek özendikleri düşünce hürriyeti ve ferdin dokunulmaz temel hakları hususunu fiilen yaşamış ve durumunu yıkılışının son demlerine kadar korumuş toplumdu. Hünkâr İskelesi Anlaşması sırasında İngiliz elçiliğine gizli polis gerekti­ğinde İstanbul'un müslüman ahalisi böyle bir ajanlık teklifi karşısında şunları söylüyorlardı: "Kur'ân-ı Kerim ve bizim karakterimizin dürüstlüğü bizlerin espiyonlar haline gelmemize izin veremez. Biz gavurların özel hayatına hürmet ederiz. Nasıl kendi haremlerimizin içine saygı duyulmasını bekliyorsak onların da haneleri­ne karışmayız. Evlerinin dördüncü duvarı içinde canlan ne isterse söyleyebilir, dillerinin ucuyla İslâm'ı ortadan kaldırabilir veya Halife'yi öldürebilirler, bunların bizce önemi yok, ama bir değnekle dahi olsa otoriteye karşı çıkmak üzere meskenlerinin eşiğini aşacak olurlarsa onları nizama sokmayı biliriz. Onların sırlarını gizlice çalma hakkına sahip değiliz, böyle yapmaktansa yol kesip açıktan haydutluk yapmayı daha şerefli addede­riz".

İslâm'ın gizliliğe ruhsat tanımamış olması halkın ru­hunda temiz ve yiğitçe değerler doğurmakla yankısını bulmuştur. Bu sonuç düşünce suçunun toplumca kabul edilmesini de önlemiştir. Aynı biçimde mesken dokunul­mazlığı, herkesin inanç alanında mutlak serbestisi gibi unsurlar aynı anlayışın tabii sonuçlan olarak doğmakta­dır.

Hiç gözden uzak tutmamak gerekir ki,Osmanlı top­lum düzeninde düşünce suçuna yer olmamasının sebebi doğrudan doğruya halkın kendine güveni olduğu kadar, toplumda "nomos" hakimiyetinin bulunmasıdır. Eğer  halkın İslâm'a olan bağlılığı gevşek, yönetimden şikayeti  vahim derecede olsaydı kuşku yok ki hem İslâm aleyhtarlarının söz hürriyetinden, hem de otoriteye karşı gö­rüşlerin hayat hakkından çok uzaklaşılmış olacaktı. Nitekim, Osmanlı yönetiminin yetersizliği ile yasalarının sertleşmesi sonraki yıllarda birbirine paralel olarak artmıştır.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak
Devamını Oku »

Müslümanlar İnançları İçin Savaşır Ve Kazanır Şark İse Sadece Savaşır

Düşmanına verecek bir şeyi olmayan kimse mutlaka kötü, haksız ve canice bir savaş yürütüyordur.

Evet olumlanacak olan savaş savaştığı tarafa kurtuluş götürmeyi amaçlayan, en azından kendinden bir şeyler vermeyi gözönünde tutan kişilerin yaptığı savaştır. Müslümanlar her savaştıkları alanda din yayıcılığı yapmışlardır. Kendileri için iyi bildiklerini, onlarla savaşanlara da vermekten çekinmemişlerdir. Bu yüzden müslümanların girdikleri her yer müslümanlaşmıştır. Osmanlı orduları Balkanlara kendileri için güzel olanı aşılamıştır. Kore'de bile müslümanların mevcudiyetinin orada çarpışan Türk askerlerinden ötürü gerçekleşmiş olması başka türlü nasıl açıklanır?

Müslümanlar inançlarının bayrağı altında dövüşürler. Şarkıları ile dövüşür ve kazanırlar. Yani müslümanların savaşları ne sanatı alçaltan insanların, ne de muhayyileyi inkâr edenlerin savaşıdır.

Düşmanını kurtarmayı öngörmek, sanatı bile geride bırakan bir yüce duygunun, sınırları geniş bir umudun erleri tarafından, gaza erleri tarafından yüklenilebilir üstünlükte bir anlayıştır. Bereket budur.

Kaynak:

İsmet Özel-Zor Zamanda Konuşmak

 
Devamını Oku »

Hıristiyan Teolojisini Yıpratırken Bir Yaşama Biçimini Türetmiştir

18.yüzyılda Orlean düşesi bir mektubunda Paris'in çamuru ve sokaktaki insanlarıyla birlikte tahammül edilmez şekilde koktuğunu yazıyor. Düşünün ki bu dönem Fransa'da aydınlanma çağıdır.Ansiklopedistler, Teistler, Deistler ne kadar kirli, ne kadar temizdi bilemiyoruz? ama bu kişiler insanlığı nurlu ufuklara götürme görevini omuzlarında sayan kişilerdi kuşkusuz. Medeniyeti dünyaya yayma teraneleri bu yüzyılda başlamıştır. Avrupalı kaba,pis, anlayışsız taraflarını onarmak için bazı kaideler bulma yoluna gitmiş, üstelik bu kaideler insanların insanlar tarafından ezilmesine, sömürülmesine imkân tanıyan unsurlar çerçevesinde konulmuş.Hıristiyan teolojisini yıpratırken bir yaşama biçimini türetmiş. Medeniyet demiş yeni vardığı sonuçlara.Kendini gitgide medeni hissetmeye başlamış. Hiç yoktan bir üstünlüktür tutturmuş.Avrupalı adam, kendi doğusunda yaşayan in-sanların altı yaşında çok tabiî olarak benimsediği davranış ve hünerleri zar zor elde etmekle pek mühim işler başardığını sanmıştır. Davranış ve duygularda Avrupalı kendini en medeni saydığı za-manda bile doğuyla yarışa çıkabilecek üstünlüklere sahip değildir.

Ama bizler yaşama biçimi olarak üstünlüklerimizi görmedik. Çünkü bunun dayandığı temelleri kaybetmiştik. Çünkü bizim davranış ve duygu üstünlüklerimiz dinimizden geliyordu.Batının medeniyettir diye icat ettiği şeylerin bir bakıma tekabül ettiği şey,müslümanlar için dine bağlı olmanın dikkat çekmeyen bir belirtisinden başka birşey değildi.

Kaynak:


İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak

Devamını Oku »

Batı Ve Rasyonel Akıl

Batı’nın dünyaya hâkim olurken savunduğu inançların ikincisi evrimin yani bir evreden başka bir evreye geçişin tek çizgi üzerinde olduğudur. Bu anlayışa göre insanlık tarihi tek ve düz bir çizginin devamından başka bir şey değildir. Marksistler buna tarihin akışı adını verdiler ve bu gidişin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu ileri sürdüler. Geçen yüzyılda Batı kültürel ve sosyal gelişme bakımından sürekli hamleler yaptığına, genç, diri ve yüce değerler yarattığına inanıyordu. Görülen bütün aksaklıklar arızi sayılıyor, bir sonraki safhada her şeyin daha iyi olacağı kabul ediliyordu. Bütün bu Batı hesabına iyimser görüşler iki dünya savaşını yaşayan sıradan halkın ve Batı medeniyetinin hedeflerini sigaya çeken aydınların katında değerden düştü. Ama bata medeniyetini savunmak siyasîlerin ve stratejıstlerin vazgeçemediği bir tez olageldi bugüne dek. Gerçek tabanı itibarıyla ticaretin silah zoruyla korunması demek olan Batı medeniyetinin kendi vatanında bile itibardan düşmesinde aşılacak bir şey yok. Asıl şaşılacak şey,nasıl  olup da itibar sahibi durumunu elde edişidir.

Bati medeniyetini muteber kılan ve dünya ya kolayca yayılmatasını temin eden inanç insanoğlunun rasyonel yani aklı bir varlık olduğuna dâir inanç idi. Toplum aklı başında kararlar alabilen, en doğru kararları alabilecek yeterlikte olan ferdlerden oluştuğuna göre bu ferdler insanlık için en iyi olanı seçebilirlerdi, Nitekim bu ferdler bilim gibi bir gerçek bulmuşlardı ve toplumun yararına bilgileri biriktiriyorlardı. Buna karşılık ela menkıbeleri, efsaneleri geçersiz kılıyor, bâtıl itıkadları geride bırakıyorlardı.

Müslümanların yaşadıkları ülkelere Batı medeniyeti iki koldan hâkim oldu. Bir kısım insan Batı’yı laik, bilimci, hürriyetçi esaslarıyla doğrudan doğruya benimsedi ve büyük insan kalabalığına karşı müdafaa etti. Diğer bir kısım insan da Batı’ya güç kazandıran değerlerin İslâm'da bulunduğunu veya Batı’nın ulaştığı hedeflere İslâm içinde kalınarak varılabileceğini ilen sürdü. Böylece Müslümanların yaşadıkları ülkelerde Avrupa ülkelerindekine hiç benzemeyen (ama boşuna bir gayretle hep benzemeye çalışan) bir sağ ve sol ayrımı doğdu. İslâm’ı bu iki yaklaşım dışında ve asli karakteriyle benimseyen Müslümanlar seslerini daha yeni duyurmaya başladılar.

Kaynak:

İsmet Özel-Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Birşeyin Meşru ve Gayr-ı Meşru Olduğu Kuran ve Sünnet Ölçüsünde Anlaşılır

Birşeyin Meşru ve Gayr-ı Meşru Olduğu Kuran ve Sünnet Ölçüsünde AnlaşılırMüslümanlar bilginin insanın zihnî mekanizmasının bir türevi olmadığını bilmekle Hegelin perdesini yırtarlar. Bilgi, Yaradan’ın insana ulaştırdığıdır. Bunun ötesi zann’dan ibarettir. Dolayısıyla gerçek ve akıl arasındaki ilişki, gerçeğin algılanış alanında değil, daha ötede gerçeğin kavranış alanında kurulur. Gerçeğin kavranış alanı tasvir edilemez çünkü sabit, statik değildir. Kavrayan ve kavranılanı bu alan içinde tefrik edemeyişimiz yüzünden Müslümanlar dış dünyada donuk, ölü, üzerinde deney yapılabilen ve ondan etkilenmeksizin istifade edilebilen bir “gerçek” görmezler.

Müslümanlar için gerçek kendini gösteren, canlı ve ilişkiye müsait ve müstahak bir yapıdadır. Gerçeği böyle gördükleri için Müslümanlar sağcılar gibi yürürlükte bulunanı mutlak anlamda aklî saymazlar. Hükümranlığını yürüten yaşama yollarını elde ettikleri kesin bilgiye göre hakk veya bâtıl sayarlar. Elde ettikleri kesin bilgi onların solcu olmalarını da imkânsız kılar. Çünkü insanların geçim yollarının, yaşama biçimlerinin, yönetim ve hukuk işlerinin ancak bu kesin bilgi yardımıyla doğru yürüyebileceğine, insanın heva ve heveslerine dayalı rasyonalizasyonların zulmü ve şiddeti insanlar arasında kökleştireceğini bilen yalnızca Müslümanlardır. Neyin meşrû, neyin gayr-i meşrû olduğu muhkem âyetler ve Sünnet-i Seniyye ölçülerinde anlaşılır. Yoksa ne aklî midir diye gerçeğe bakabiliriz, ne de gerçek midir diye aklî olana.




İsmet Özel,Taşları Yemek Yasak
Devamını Oku »

Demokrasi-Kemiyet'in Hakimi

Demokrasi Kemiyet'in Hakimi'Demokrasi, keyfiyetin yerine kemiyeti koyduğu gibi ruhun ferisi de maddeye bağışlıyor. Çoğunluğun sözü geçerliği, kemiyetin hâkimiyeti  îdi. Bir toplumun ferdi ruhtaki akislerinin yerine toplumun madde olan kütlesinin hâkim oluşu ise ruhun yerine maddenin geçirilmesidir. Toplum içinde her ferdin dileklerini hâlda» kılmak gaye olmamalıdır. Çünkü toplum hayatında en bayağısından başlayarak iyi ve kötü bütün dilekler yaşatılmaktadır. Bunların, kültür ve ahlâk bakımından yükselmiş fertlerin ruhlarındaki akislerinin bizzat bu büyük ruhlar tarafından seçildikten, elendikten, ayıklandıktan sonra temiz ve Allah’a yararlı olanlarının ayrılıp cemiyette hâkim kuvvet haline getirilmesi ideali teşkil edebilir. Fert fert vatandaşların isteğini yerine getirmek için hükümet kapılarında dolaşmak temsil görevi değildir.

Millet iradesini temsil etmek, oy sahiplerine yaranmaktan bambaşka bir şeydir. Milletvekilinin, fertlere minnet ve müdahalesi olmamalıdır. O ancak büyük mesuliyeti omuzlarına yüklenmiş, vicdanına minnet borçlu olduğunu bilen ve yalnız bu mesuliyetin huzurunda eğilen insandır. Önünde eğileceği kuvvetler, ruhî kuvvetlerdir. En başta Allah emri, ondan sonra millet dâvâsı, anayasa ve devlet iradesi onun âmirleridir.

Nurettin Topçu,İradenin Davası
Devamını Oku »

Din Terbiyesi

Din terbiyesi şahsiyet terbiyesidir. Çok bilgiler, hikâyeler ve öğütler insanı dindar yapamaz. O, damarlara yapılan aşı halinde bir aşk terbiyesi verilir. Dindar çok seven ve sevgiden örülen bir şahsiyetin sahibidir. Dindarlık; ilmi, sanatı, ahlâkı ve insanlığı severek Allaha ulaşmaya kabiliyetli bir ruh örgüsüdür. Dindar için, din düşmanı yoktur. Sadece Lütuf dan mahrum olan gâfıl ve zavallılar vardır. Gerçek dindarın kalbinin kaidesi, Mevlâna’nın türbesine yazılı şu ilâhi davetten başka olmamalıdır:

Gel Gel. ‘nereden gelirsen gel! Kâfirsen de, rind isen de, put-perestsen de gel! Bizim dergahımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kerre tövbeni bozmuş olsan da gel.

Din terbiyesi hayâ terbiyesidir. Zamanımızda yeryüzünde silinmek üzere olan hayâ, siyasete atılarak hıncını almak için particilik yapan hocanın yüzünden, hepsinden kara bir süngerle silinmişe benziyor.

Din terbiyesi merhamet terbiyesidir. Hayâyı anlatmak da merhametle olur Çünkü hayâsızlık, en büyük merhametsizliktir. Büyük millet ve iman şairimize, nazarlardan taşan mâna ibadullahı istihkar! dedirten hayasızlık bugün kirli ayaklardan merhametsiz başlara tırmanmış bulunuyor. Cemaata “dur!” diyebilecek ses, ömrünü yalnız Allah sohbetiyle geçiren ruhun sesi olacaktır. Onun, Allah’ın kullarına merhameti de Allah sevgisinin ölçüsünde hudutsuz olmalıdır.

Din terbiyesi hörmet terbiyesidir. İnsana, eşyaya, toprağa ve bütün varlıklara hörmet edenin bu hâli, hiç durmadan içimize dolan merhamet dalgalarıyla beslendikçe Allah’ın bu emanetlerine kendimizden geçerek, menfaatsız, garazsız, karşılıksız hizmet etmemiz Allah’a ibadettir. Din terbiyesi bu ibadeti öğretmelidir, Çocuklara örneklerle ve telkin yoluyla sunulacak, ileri kültür basamaklarında ise felsefe ve hikmetle yoğrulacak olan din terbiyesi, İslâm’ın ruhunu yeniden hayata ve bugünkü sefaletten kurtararak kendi gerçeğine kavuşturacaktır.

Nurettin Topçu
Devamını Oku »