Hikemi Ataiyye Şerhinden Bir Kıssa

Bir Kıssa; Ebu Abdullah el-Basrî Hazretleri Suriye'de korkunç bir dağda, irfan ehlinden olduğu tavırlarından anlaşılan bir adama rastladı. Ona:

"Neden burada yalnız oturuyorsun?" diye sordu. Adam dedi ki:

"Öyle bir hakikat soruyorsun ki, onu istersen anlayamazsın, anlarsan gerçekleştiremezsin." Ebu Abdullah yine:

"Bu dediğin hakikat nedir?" deyince:

"Allah'la birlikte olmanın ebedî cennet nimetlerini kapsadığını kesinlikle bilmemdir." cevabını verdi ve ağlayarak şöyle devam etti:

"Eyvah, ben bu hakikate nail oldum ve halktan kaçarak Cenab-ı Hakk'ın vahdethanesine eriştim zannetmiştim. Şimdi sözümde yalancı olduğumu anladım. Eğer gerçekten Allahı sevmiş olsaydım, beni kimse tanıyamaz, halimi bilemezdi."

Bunu gören Ebu Abdullah ona şöyle dedi:

"insanlar seni bildi diye niçin bu kadar üzülüyorsun? Allah dostlarının yeryüzünde Allah'ın halifesi olduklarını bilmiyor musun? Onlar Allah'ın kullarına yakınlık kurup onları yavaş yavaş düzeltir, irşad ederler."

Adam bunun üzerine şiddetli bir nara attı ve dedi ki:

"Ey dünyaya aldanmış kişi, eğer sen muhabbet miskinin rayihasını bir defa koklamış ve can gözüyle muhabbetin arkasındaki Allah yakınlığı âlemini görmüş olsaydın, o âlemin üstünde başka bir şey daha görmeye muhtaç olmazdın."

Sonra yüzünü göğe çevirerek:

"Ey gök ve ey yer, şahit olun ki Allah'ın tecelli yeri olan gönlüme şimdiye kadar asla cennet ve cehennem düşüncesi gelmedi. Eğer ben bu halde doğru isem, yarabbi beni bundan sonra ha-yatta bırakma, öldür!" diye dua etmesiyle beraber üç gün önce ölmüşçesine sesini ve nefesini kesip düştü.

Ebu Abdullah bu halden dehşete düştü. Cesedi görenlerin kendisinin öldürdüğünü sanıp suçlayacaklarından korktu ve he-men oradan savuştu. Fakat bu sırada hızla kendisine doğru ge-len bir toplulukla karşılaştı. Onlar oradaki adamı sorduklarında başka bir yere gittiğini söyleyip yine savuşmak istedi. Lâkin cemaat ona:

"Geri dönün! Onu Cenab-ı Hak 'mak'ad-ı sıdk' makamına yükseltti. Birlikte namazını

kılalım." dediler.

Ebu Abdullah mecburen geri döndü. Cenazeyi yıkayıp kefenlediler. Defnettikten sonra onlara o adamın ve kendilerinin kim olduklarını sordu. Onlar:

"Yazık sana, daha anlamadın mı? O öyle halis bir kul idi ki, Rahman'ın rahmeti yeryüzüne onun yüzü suyu hürmetine iniyor ve kalbinin vâridatı, İbrahim'in kalbinin tecellilerini gösteriyordu. Hatta sana kalbine ne cennet, ne de cehennem fikrinin geldiğini haber vermedi mi? Böyle bir kalb-i selim, İbrahim'in kalbinin aynısı olmaz da ne olur?" diye cevap verdiler.

Ebu Abdullah bu defa onların hangi taifeden olduklarım sordu. Onlar "Ebdal" zümresinden "Yediler" olduklarını bildirdiler. Ebu Abdullah kendisine İlâhî hakikatlerden bir hakikatin lütfen öğretilmesini rica etti. Onlar da, dünyada insanların kendisini bilmelerini arzu etmemesini, bilinmezlerden olduğunun da bilinmesini sevmemesini öğütlediler. Ebu Abdullah'a bu şekilde hakikat yolunu gösterdiler.

Ebu Süleyman Dârânî Hazretleri: "Kulun kalbinde mâsivadan bir talep ve murad bulunmadığına Hak Teâlâ muttali olduğu zaman, Cenab-ı Hakk'a en fazla yaklaşılmış olur''

Daima memnun bir halde yaşayan birisine: "Siz de başkaları gibi niçin üzülmüyorsunuz?" diye sorulduğunda şöyle demiş-"Kaybolmasıyla üzüleceğim şeyleri biriktirmediğim için!" Çünkü her sevinç bir üzüntüyü mucip olur. Bir Arap şairi şöyle ifade etmiştir: "Bir şey kalpte yer tuttuğu derecede üzüntü verir. Zira ok hedefe girdiğinde çıkarılması güçleşir."

Ataullah İskenderi -  Hikemi Ataiyye Şerhi
Devamını Oku »

Allah Neyi Nehyetmişse Onda Hikmet Vardır

Ey mürid, Cenab-ı Hakk'a senin taatin fayda, masiyetin zarar vermez. Sana taati emredip masiyeti nehyetmesi senin menfaatin içindir.

Muhakkak emr ü nehyi Kibriya'nın Sana ait olur nef’i nihayet, Cenab-ı Hak efâlinde garazlardan münezzeh olduğu için amel edenlere ihtiyacı yoktur. Ona ne iyi kişinin ibadeti fayda, ne de kötü kimsenin masiyeti zarar verir. Kullarına ibadet etmeyi günah işlemekten kaçınmayı emretmiş olması, sonradan yine kullarına dönecek dünyevî ve uhrevî menfaatlerden dolayıdır.Bu da sırf Hak Teâlâ'nın gerekmediği halde fazlından ve ihsanından ibarettir. Mesela Cenab-ı Hakk'ın  mü'minlere beş vakitte emrettiği namazın bütün ibadetleri, zikir, hamd ve senayı kapsadığı için Hak yakınlığına ve ahiret mükâfatlanna sebep olmasının yanı sıra sağlık bakımından da pek çok faydalar sağladığından şüphe edilir mi? Hele soğuk su ile her gün beş vakit namaz için abdest almak ve cinsel ilişkiden sonra gusletmek kadar temizlik getiren ve sağlığa uygun olan bir hal düşünülür mü? Yine Cenab-ı Hakk'ın senede bir ay tutulmasını emrettiği orucun- nefs-i emmarenin terbiyesi ve kalbin temizlenmesi, manevî hallerin elde edilmesi ve oruç tutanın Cenab-ı Hakk'a kavuşması gibi birtakım büyük faydaları içermesinden başka birçok beden hastalıklarını da tedavi etmesi şeriatın koruyuculuğunu göstermez mi? Zekâtın fakirlere ve muhtaçlara verilmesi bakımından, en şerefli ve mükemmel yaratılıştaki insanın hemcinslerine yardım etmesinin, sosyal dayanışma ve asayişin devam etmesine yararı inkâr edilebilir mi? Hac gibi diğer ilâhı emirlerin de her biri incelenmiş olsa pek çok maddî ve manevî faydalar bulunduğunun ortaya çıkması şüphesizdir.

İlâhî yasaklar da yine anlayabildiğimiz gibi pek çok faydaları hâizdir. Mesela rakı, şarap gibi azı çoğuna sebep olan alkollü içkilerin haram kılınmasındaki sarhoşluk sebebi incelenirse, haram olmasının sırf ibadetin geçerli olması ve insan muamelelerinin akıl dairesinde sürmesi için değil, aynı zamanda beden sağlığını bozan sarhoşluktan akıl sahiplerini korumak maksadına yönelik olduğu anlaşılır. Zinanın birçok maddî ve manevî bozukluklara sebep olmakla birlikte başkasının hakkına tecavüzden ve meşru olmayan yolda tohum saçmaktan başka bir şey olmadığı, homoseksüelliğin hiçbir sağlam karakterin kabul etmeyeceği bir çirkinlik ve hayvanlarda bile tasavvur olunamayacak derecede bir alçaklık olduğu meydanda iken kim bunların yasaklanmasını uygun görmez. Bin beş yüz sene önce hükme bağlanmış olan domuz etinin tıbben belirlenmiş sağlığı bozucu zararları düşünülürse, bunun yasaklanmasının İlâhî bir lütuftan başka bir şey olmadığını kim kabul etmez? Hırsızlık, kumar, faiz gibi başkasının zararıyla elde edilen menfaatlerin haram kılınmasındaki maksat da düşünülürse insanları medenileşmenin temeli olan hüner ve maârife, sanayiye, ticarete sevk etmek sure-tiyle kendi çalışmalarıyla geçinmeye mecbur etmek ve başkasına zarardan nemalanmaya mani olmak demek olduğu anlaşılmaz mı? İşte bu yasakların hepsinin, böyle maddî ve manevî faydaları yine insanlara dönük işlerden ibaret olduğu görülür.

Özetle Cenab-ı Hak neyi emretmişse vacib olsun, mendub olsun onu işlemek; neyi nehyetmişse ister haram olsun, mekruh olsun onu terk etmekte dirlik, düzenlik ve hikmet vardır.

Hak Teâlâ'ya kulların işlerini düzeltmesi gerekli değildir. Çünkü Allah dilediğini işler; gereklilikten ve mecbur olmaktan münezzeh ve mukaddestir. Mutlak hükümran olduğu için işleri hikmetsiz olmadığı gibi, yaratması ve takdir etmesi de faydasız ve boş değildir. Bu konuya basiret gözüyle bakarak ibadet ve taatle ilgili ilâhî emirleri Hak ile Hak olmanın yani vuslat ve cem makamının sebepleri ve yasaklarının da Hak'tan ayrılığın vesileleri olduğu görülür. Cenab-ı Hakk'ın bir şeyi emretmesiyle onunla kulunun kendine kavuşmasını, bir şeyden nehyetmesiyle de o yasaklanan iş yüzünden onun ayrı düşmemesini dilediği anlaşılır.

Binaenaleyh Cenab-ı Hak menfaati kullara ait olmak üzere taaati emretmiş ve masiyetten nehyetmiştir.

Ataullah İskenderi -  Hikemi Ataiyye Şerhi
Devamını Oku »

Allahu Teala, Kulunun İbadetinden Fayda Sağlamaz

Allah kulunun ibadetinden fayda sağlamaz, masiyetinden de zarara uğramaz. Hiç ihtiyacı olmadığı halde kullarına ibadet etmekle emredip mecburiyet zincirleriyle kulluğa sevk etmesi, onların tabiatlarındaki zayıflık ve tembellikten dolayı gönüllü olarak ibadet etmekte gevşek davranacaklarını bildiğindendir. Bu yüzden onları azaba uğratmakla korkutarak kulluk zorlama zincirleriyle sürüklemiştir.

Cenab-ı Mevlâ sanki şefkatli bir babanın çocuklarına davrandığı gibi muamele etmiştir. Zira müşfik bir baba üzerinden kuş bile istemediği gönlünün meyvesini, tabiî arzularının yolunda koşmasın diye dövüp korkutur. Gelecekte mutlu yaşaması için ilim ve sanat öğrenmesi gibi birtakım zahmetli işlere zorlar. Maksat onu acıtmak, incitmek değil, sonradan anlayacağı gelecekteki menfaatlerini şimdiden tamamlamasını sağlamaktır. Cenab-ı Hak da dünya düşkünü kullarının, helâk sebebi olan nefsanî şehvetlerinin ardında dolaşmalarını engelleyip korkutarak ahiretteki ebedi saadetlerini temin etmek için şeriat meşakkatlerini üzerlerine yüklemiş, bu suretle onları icap zinciriyle özel faydasını ileride anlayacakları ibadetlere zorlamıştır.

Şefkatli bir baba gözünden sakındığı sevgili çocuğunu terbiye etmek için dövüp mutluluğunu hazırlamak yolunda okula gönderir. Yine çok sevdiği için her türlü fedakârlığı yapıp şefkatini göstermekten geri durmaz. Bunun gibi ana ve babalarımızdan daha şefkatli olan Erhamerrahimin Hazretleri de kullarını dıştan gereklilik zincirlerine bağlayarak kulluk yoluna sevk etmekte, heva-yı nefsanîlerine ters düşen birtakım şeriat yükümlülükleriyle bağlayıp cennete sevk ettiği kullarını manen pek fazla sevdiğinden onların bu halinden razı ve hoşnut olmaktadır.

Ataullah İskenderi -  Hikemi Ataiyye Şerhi
Devamını Oku »

Mevlana ve Şems'in ilk Konuşması

Ledün ilimlerine anadan doğma istidatlı olmakla beraber zahir ilimlerle de fevkalade şöhretli olan Hak lisanının tercümanı Şems Tebrizî Hazretleri, Mevlâna Celâleddin Rûmî Hazretlerini irşad etmek için Tebriz'den ta Konya'ya gelmiş, irşad etmeden önce Mevlana'nın medresesinden hücresine döndükleri sırada yol üzerinde bekliyordu. Hazreti Mevlâna mehtabın etrafında çevreleyen hâre gibi yanlarında toplanan talebelerle birlikte büyük bi debdebe ve gösterişle karşısına gelince, ona şu suali sormaya cesaret etti:

'"Ya Mevlâna! Seyyidü'l-Mürselin ve Hatemü'n-Nebiyyin Cenab-ı Resul-i Ümmî mi büyüktür yoksa Sultanü'l-Ârifîn Bayezid Bestamî mi?"

Hazreti Mevlâna hayretle Cenab-ı Şems'e bakarak:

"Ya derviş, delirdin mi? Seyyidü'l-Mürselin Efendimizle Sultanü'l-Ârifîn mukayese olunur mu? Biri nurların cihanı ay-dınlatan güneşi, diğeri bir zerre bile değil... Seyyidü'l-Mürselin Efendimiz Doğuların Batıların sultanı, Bayezid Bestamî ise onun sadık bir bendesidir!" buyurdular.

Şems Tebrizî tekrar sordu:

"Öyle ama Risalet-meab Efendimiz Cenab-ı Hakk'a karşı:

'Seni hakkıyla bilemedik yarabbi!' diyerek münacat ettikleri halde Cenab-ı Bayezid: 'Seni mârifetinin hakkıyla bildim diyerek nimete şükrediyor. Bilmeyen bilenden nasıl büyük olur?"

Bunun üzerine Mevlâna Hazretleri dedi ki:

"Bu kıyas hiçbir zaman sahih bir ölçü olamaz. Zira Bayezid'in Cenab-ı Hakk'ı hakkıyla bildiğini söylemesi, istidat havsalasının darlığından dolayıdır. Vecdinin taşkınlığına dayanamaması ve ledün manalarının kalbine sığmaması yüzündendir. İki âlemin hocası Efendimizin, 'Yarabbi biz seni gereğince bilemedik.' buyurması Hakikat-i Muhammediye'nin; evvelkilerin, sonra gelen ve gelecek olanların ilimleri kendisinde toplanan büyük bir İlâhî kitap olduğu için maârif ve hakikatlere kanamadığından ötürüdür. Hakikat-i Muhammediye öyle geniş bir irfan deryasıdır ki, binlerce ilim ve maârif nehirleri içine aktığı halde daha fazlasını da alabilir. O yüzden Seni hakkıyla bilemedik, buyurdu. Bayezid ise kendi hakikatince küçük bir havuz derecesinde olduğundan on fazladan bir miktar irfan ab-ı hayatı akmasına tahammül edemeyerek derhal taşmasından dolayı: 'Seni hakkıyla bildim.' demeye cesaret ediverdi."

Bunun üzerine Hazreti Şems'e derhal cezbe geldi ve bir kere 'Allah!' deyip yere düştü. Mevlana Hazretleri bu hâlden pek üzülüp gerekli saygıyı göstererek. Cenab-ı Şems saadethanelerine kaldırıp misafir etti. Artık asıl amaç olan irşad etme irşad olma âlemleri başlamıştı.

Ataullah İskenderi -  Hikemi Ataiyye Şerhi
Devamını Oku »

Kainata Mana-i Harfiyle Bakmak

Kainata Mana-i Harfiyle Bakmak

Letâifü'l-Minen adlı eserde şöyle denilmiştir:

"Cenab-ı Hak ekvam, onun cismanî elbisesini görmek için değil, onda ekvanın yaratıcısını müşahede etmek için nasibeyledi.

Şu halde kulların Rabbinin senden dileği; kâinatı, kâinatı görmeyenin gözüyle görmektir. Kâinat Cenab-ı Hakk'ın onda zuhur tecellisi göstermesi yönüyle görülmelidir. Yoksa kâinatın yaratılmış olması (kevniyeti) cihetiyle görülmesinde ne fayda hâsıl olur?"'

  Ataullah İskenderi -  Hikem-i Ataiyye Şerhi
Devamını Oku »

Güzel Amel

Güzel Amel

Bir gün Muaz Hazretleri, Resulullah Hazretlerinin(sas) huzuruna ağlayarak gelince Efendimiz buyurdular:

"Ya Muaz, sabaha ne halde girdin?"

"Mü'min olduğum halde!"

"Her hakkın bir delili, her sözün bir hakikati vardır. Senin sözünün delili nedir?"

"Ya Resulallah, ben her sabaha artık akşama yetişmem ve her akşam da bir daha sabaha çıkmam zannederek girerim. Her adı-mı, başka bir adım daha atamam korkusuyla atarım. Kıyamet kopup her ümmetin dizleri üzerine çökerek amel defterlerine çağrıldığını, peygamberlerini ve taptıkları putların yanlarında bulunduğunu görürüm. Cehennemliklerin azap görmelerini, cennetliklerin sevaba ermelerine bakarım

Şu halde ey Muaz, marifet sahibisin! Bu hâle ve bu halttı olan güzel amellere devam et!"

Bu bakış yakın nurunun parlamasından doğan bir keramet eseridir. Bunlar gibi yakın sahiplerine ölüm, paha biçilmez bir hediye olur.

Hikem-i Ataiyye Şerhi(Ahmed Mahir)-Ataullah İskenderi
Devamını Oku »

Her Duaya İcabet Vardır

tumblr_moueq6PvvJ1s9pycjo1_400‘Duanın kabulünün gecikmesi ümitsizlik ve usanç vermemelidir. Mademki Mü'min suresi 60. ayetinde duaya icabet edeceğini vaat etmiştir, kabul eserlerinin erken veya geç ortaya çıkmasında başka hikmet bulunduğu düşünülmelidir. Hekim hastanın istediği gibi değil, hastalığın gerektirdiği şekilde tedavi eder. Cenab-ı Hak da bu hikmet şifahanesinde tabii hallerin ve nefsanî arzuların hastası olan kullarına tedavi kabilinden olan icabet eserlerini, onların istediği şeylerde değil, onların menfaatine kendi seçtiği yerde, onların dilediği vakitte değil, kendi dilediği zamanda ortaya çıkarır. Kulların acele etmesi, İlâhî takdiri çabuklaştırmaz, onların gecikmesi geciktirmez.





Ebu'-Hasan Şazelî Hazretleri:

"Sadık mürid olan kimseler, dünya işlerinden bir işi seçmemelidir. Seçmek gerekirse seçmemeyi seçmeli, bundan da Cenab-ı Hakk'a kaçmalıdır." buyurmuştur.

Ahmet Mahir - Ataullah İskenderi (Hikem-i Ataiyye Şerhi)
Devamını Oku »

Kul Mutluluğu Hakkın Takdirinde Aramalı

tumblr_n2tlmlzvco1qm1x85o1_1280


Kul mutluluğu kendi iradesinde değil, Hakk'ın iradesinde aramalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak işlerin sonunu bilir. Başta görülen hal işin sonunu ve gerçek durumunu değiştiremedi başta kötü görülen haller, güzel ve iyi olarak ortaya çıkabildiği gibi, güzel görülen çok işlerin sonu kötü gelebilir. Bakara Suresi 216. ayeti bu hikmeti gösterir: "Hoşlanmadığınız birşey hakkında da hayır olabildiği gibi, sevdiğiniz bir şey de hakkınızda kötü olabilir.''

Ahmet Mahir - Ataullah İskenderi (Hikem-i Ataiyye Şerhi)
Devamını Oku »