Kur’an’da Nesh Meselesi




Bismillâhirrahmânirrahîm

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması ve hükümlerinin hayata aktarılması bağlamında çözülmesi gereken en önemli problemlerden birisinin nesh meselesi olduğu açıktır. Bu mesele çözülmeden, birbiriyle yakından ilişkili olan Kur’an ayetlerinin gereği gibi anlaşılması mümkün değildir.

Buradaki “birbiriyle yakından ilişkili Kur’an ayetleri” ifadesinden kastımız, özellikle ilk bakışta aralarında bir çelişki varmış gibi görünen ayetlerdir. Öyle ki, aynı konuda hüküm getiren ayetlerden birisiyle amel edildiği zaman öbürünün getirdiği hüküm askıda kalmakta, bir diğer ifadeyle, aynı konuda hüküm getirmiş olan bir kısım ayetlerin hepsiyle aynı anda amel etmek mümkün olmamaktadır.

Şimdi Kur’an’da nesh olayının cereyan ettiğini bildiren ayeti görelim:

“Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak, mutlaka ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.”1)

Bu ayet bağlamında üzerinde durulması gereken önemli noktalar bulunmaktadır. Bu noktalar açıklığa kavuşturulmadan bu ayetin ne anlattığını ve nesh olayının hakikatini kavramak mümkün değildir. Şimdi bu noktaları teker teker ele alalım:

1- Buradaki “nesh” nedir:

Evvela şunu belirtmemiz gerekir ki, nesh, bir beyan (açıklama) türüdür. Mutlak bir emir ihtiva eden bir ayet indiği zaman bize nazaran o ayetin hükmü ebediyete kadar geçerlidir. Zamanı, mekânı, geçmişi, geleceği ve her şeyin hakikatini hakkıyla bilen Allah Teala, böyle bir ayetin hükmünü değiştiren başka bir ayet indirdiği zaman anlarız ki Allah Teala, evvelki ayetin hükmünün yürürlükte kalma müddetinin sona erdiğini beyan buyurmakta ve evvelki ayetin hükmünün, sonraki ayetin hükmü ile tebdil edildiğini (değiştirildiğini) bildirmektedir.2)

Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır:

“Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz (beddelnâ) zaman –ki Allah ne indirdiğini (ve ne indireceğini) bilir–, “Sen ancak bir iftiracısın” dediler.” 3) Bu ayet ile yukarıdaki el-Bakara 106. ayetini bir arada ele aldığımız zaman, Kur’an’daki neshin, bir “beyan-ı tebdil” olduğu sonucuna varırız. Ki buna göre nesh, sonra gelen bir şer’î delilin, daha önce gelmiş bir şer’î hükmün hilafına delalet etmesidir ki, ilm-i ilahîye nazaran evvelki hükmün müddetinin sona erdiğini beyan, bizim ilmimize nazaran da, zahiren kıyamete kadar baki görünen o hükmün kaldırılması ve değiştirilmesidir.4)

Yukarıda zikrettiğimiz el-Bakara ayetinin ifadesi, Kur’an’ın, daha evvel gönderilmiş semavî kitapları neshini anlattığı gibi, Kur’an ayetleri arasında da nesh olayının cereyan ettiğini anlatır özelliktedir. Çünkü ayetteki ifadesi umum bildirir.5)

Kaldı ki, ikinci olarak zikrettiğimiz en-Nahl 101. ayeti, nesh olayının Kur’an ayetleri bağlamında da cereyan ettiğini açık bir şekilde göstermektedir. Çünkü ayetin açık ifadesi şunu anlatmaktadır: Allah Teala, Hz. Peygamber (s.a.v)’e indirdiği bir ayetin ardından, bir süre sonra onu nes heden bir başka ayet indirdiğinde kâfirler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Allah Teala’ya iftira ettiğini ileri sürmüşlerdir. Ayet, kâfirlerin bu iddiasını reddetmektedir.

Burada zikrettiğimiz en-Nahl 101 ayetinin neshe delalet etmediğini ispatlamak amacıyla birkaç nokta ileri sürülmüştür. Burada kısaca bunları zikrederek nesh inkârına delil olup olamayacaklarını görelim:

A- “Söz konusu ayet Mekkî (Mekke’de inmiş) olup, Mekke’de neshe medar olan ahkâmla ilgili ayetler henüz iniyor olmadığından, ayette geçen “değiştirme”den maksat nesh olamaz.”6)

B- “Ayette, “Bir ayetin “yerini” başka bir ayetle değiştirdiğimizde” buyurulmaktadır. O halde sözkonusu edilen şey, ayetlerin yer değiştirmesidir. Yer değiştirme ise, ya “mekân”la veya “zaman”la ilgili bir husustur. (…) Yer değişikliğinden maksat “mekân” olduğu varsayıldığında, (…)

“Resulullah (s.a.v) vahiyden aldığı emirle, inen ayetlerin hangi surenin neresine yerleştirileceğini vahiy kâtiplerine bildiriyordu. Sonra inen ayetler, önce inen ayetlerden sure içerisinde de öne alınabiliyordu. Böylece surede “takdim-tehir” gibi bir tertip değişikliği meydana geliyordu. Yani ayetlerin yerleri değişiyordu. Ehl-i Kitab’ın veya itiraz konusunda onlardan taktik öğrenen müşriklerin bu duruma itiraz etmiş olmaları muhtemeldir. Böylece ayetin bu durumu diye getiriyor olması ihtimal dahilindedir. (…)

“Ayette, bu anlattığımız yer değişikliği ihtimalinin kastedildiği gözönünde bulundurulmakla birlikte, bizce zaman değişikliğinin kastedilmiş olması ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. Şöyle ki:

“Ayette sözkonusu edilen “ayet”ten maksat “risalet”tir. Yani Muhammed (s.a.v)’in peygamber olarak gönderilmesiyle Hz. Musa ve Hz. İsa’nın risalet dönemlerinin son bulduğu, yerlerine Muhammed’in (s.a.v) risaletinin kaim olduğu ifade edilmektedir…”7)

Önce ilk itirazdan başlayalım:

A- Bu ayetin Mekkî olması, Kur’an’da belirtilen bir husus olmadığına göre, bu hususu bize bildiren tek kaynak rivayetler olmaktadır. Usûl açısından, bu noktada rivayetlere güvenip de, Kur’an ayetleri arasında nesh cereyan ettiğini bildiren rivayetlere güvenmemenin (burada kasdettiğimiz “rivayetler”, Sahabe’den nakledilen haberlerdir) hiçbir mantığı yoktur.

Öte yandan Mekke’de neshe medar olan ahkâmla ilgili ayetlerin henüz iniyor olmadığını söylemek de doğru değildir. Nitekim rivayetler Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mekke’de iken (Miraç’dan önce) iki rekât sabah, iki rekât da akşam vakti olmak üzere günde iki vakit namaz kıldığını anlatmaktadır. Bu, tamamen ahkâmla ilgili bir husustur. Buna dair daha başka örnekler de verilebilir. Ancak sözü çok fazla uzatmamış olmak için ayrıntıya girmiyoruz. Dolayısıyla Mekke döneminde de –az da olsa– nesh cereyan etmiştir.

eş-Şâtıbî şöyle der: “Şeriat ahkâmından Mekke’de inmiş olanların genellikle dinde küllî ahkâm ve kavaid-i usuliyye cümlesinden olduğu takarrur ettiğine göre, bu durum, Mekke’de inen ahkâmın çok değil, az olmasını gerektirir…” 8)

B- Ayette zikredilen hususun, “zaman” veya “mekân” ile ilgili bir değişikliği anlattığı iddiasına gelince, herşeyden önce ayetin tamamı ele alındığında böyle bir yorumun mümkün olmadığı görülür. Zira ayetin devamında, inkârcıların, Hz. Peygamber (s.a.v)’i iftiracılıkla suçladıkları ifade edilmektedir. Dolayısıyla eğer bu ayeti, Kur’an ayetlerinin, içinde yer aldıkları surelerdeki yerlerinin değiştirilmesini anlattığı şeklinde yorumlayacak olursak, burada inkârcıların bu tepkisine ve itirazına bir anlam vermemiz mümkün olmaz. Bu açıklama, sözkonusu ayetin mekân değişikliğini anlattığı şeklindeki yorumu geçersiz kılmaktadır.

Ayetin, “risalet” anlamına geldiği ve zamanla ilgili bir değişikliği, yani Hz. Musa ve Hz. İsa’nın (a.s) risaletleri döneminin son bulduğu ve artık Hz. Peygamber (s.a.v)’in risalet döneminin başladığını anlattığı iddiasına gelince, ayetin bağlamı böyle bir iddiayı geçersiz kılmaktadır. Zira 101 numaralı bu ayetten başlayarak ileriye doğru 105. ayete kadar gidildiğinde, hep inkârcıların Kur’an ayetleri hakkındaki itirazlarının cevaplandırıldığı ve meselenin tamamen Kur’an ayetleri etrafında işlendiği görülecektir.

Kaldı ki, buradaki “ayet”in “risalet” anlamına geldiğini söylemek de başlı başına zorlama bir yorumdur ve dahi “O halde sözkonusu edilen şey, ayetlerin yer değiştirmesidir” şeklindeki yorum da bunu iptal etmektedir. Zira buna göre ayetler aynen mevcuttur; sadece yerleri değiştirilmiştir. Ancak risalet olayında böyle birşey söz konusu değildir…

2- Yukarıda zikrettiğimiz el-Bakara 106. ayetin, her biri mütevatir olan muhtelif kıraat şekilleri vardır.

A- Ayette geçen kelimesini şeklinde okuyanlar vardır. Mesela yedi mütevatir kıraat imamından İbn Âmir bunlardandır. Böyle okunduğu zaman kelime, “ne-se-ha”nın geçişli hali olan “enseha”dan gelir ki, bu takdirde ayet, Yüce Allah’ın, ayeti Hz. Peygamber (s.a.v)’e nesh ettirmesi, yani ayeti nesh ettiği zaman Hz. Peygamber (s.a.v)’in, o ayetin hükmüyle ameli terk etmesini mübah kılmasını, yahut Cebrail (a.s)’in, Hz. Peygamber (s.a.v)’e, o ayetin nesh edildiğini bildirerek mensuh kılmasını emretmesini ifade eder.9)

B- Yine aynı ayette geçen kelimesi, İbn Kesîr ve Ebû Amr tarafından şeklinde okunmuştur. Bu durumda ayet , nüzulü ertelenen ayetlerin yerine daha hayırlısının veya denginin indirildiğini ifade eder.10) Ebû Hayyân, bu kelimenin okunuşu ile ilgili olarak 11 ayrı vecih zikretmiştir. Bu yazının çerçevesini taşmış olmamak için burada ayrıntıya girmeyeceğiz.11)

Kur’an’da nesh vuku bulmadığı iddiası:

Kaynaklarda genellikle Mu’tezile’den Ebû Müslim el-İsfahânî’nin neshi kabul etmediği nakledilmektedir. Ancak onun, neshin cevazına mı, yoksa vukuuna mı ve neshin, muhtelif şeriatler arasında bulunduğuna mı yoksa bir tek şeriatin muhtelif hükümleri arasında bulunduğuna mı karşı olduğu konusunda bir karışıklık bulunmaktadır. er-Râzî şöyle der: “Ümmet, Kur’an’ın neshinin caiz olduğu konusunda ittifak etmiştir. Ebû Müslim b. Bahr ise bunun caiz olmadığını söylemiştir.”12) Bu ifade, el-İsfahânî’nin, neshin cevazını inkâr ettiğini göstermektedir.

eş-Şevkânî şöyle der: “Nesh aklen caiz ve naklen de vakidir. Bu hususta müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Ancak Ebû Müslim el-İsfahânî’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Nesh caizdir, (ancak) vaki değildir.”13)

es-Sübkî der ki: “Müslümanlar neshin cevazı konusunda icma etmiştir. Sadece kendilerini İslam’a nisbet eden bir grup –ki Ebû Müslim el-İsfehânî de bunlar arasındadır– bedâ görüşüne14) yol açacağından endişe ederek, bundan kaçınmak için neshi men etmişlerdir. Onların kanaatlerine göre neshi kabul etmek, bedâ görüşünü kabul etmeye götürür.”15)

Keza kendisi de bir Mu’tezilî olan Ebu’l-Hüseyin el-Basrî de şunları söyler: “Müslümanlar, şeriatlerin neshinin hasen (aklın güzel kabul ettiği bir mesele) olduğunda ittifak etmişlerdir. Sadece müslümanlardan birisinden, bunu hasen görmediği yolunda nakledilen şaz bir hikâye bundan istisnadır.”16)

Görüldüğü gibi bütün bu nakiller, Ebû Müslim el-İsfehânî’nin nesh hakkındaki görüşünün net olarak ortaya konmasına yetecek kadar açık ve ayrıntılı değildir. Kanaatimize göre ortada lafzî bir ihtilaf bulunmaktadır. Şöyle ki, ulemanın nesh dediği şeyde, önceki hükmün gönderiliş maksadı hasıl olduktan sonra yeni bir hüküm gönderilmesi söz konusudur ki, bu nesh değildir.

Bizim bu kanaatimizi destekler mahiyette es-Sübkî şöyle demektedir: “Müslümanlardan neshi inkâr eden kişi, önceki şeriatlerin bizim şeriatimize pek çok hükümde muhalif olduğunu itiraf etmektedir. Ancak o şöyle demektedir: “Önceki şeriatler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in zuhuruna kadar geçerlidir. Hz. Peygamber (s.a.v) zuhur ettiğinde artık daha önceki bir şeriatle taabbüd zail olur. Çünkü (önceki şeriattten) maksat hasıl olmuş ve bitmiştir. Bu ise herhangi bir noktada nesh değildir…”17)

Görüldüğü gibi Ebû Müslim el-İsfehânî, önceki şeriatlerin hükmünün kaldırılmasını, zamansal bir tahsis olarak görmekte ve buna nesh dememektedir.

Burada Ebû Müslim el-İsfehânî’nin görüşü ile ilgili olarak belirtilmesi gereken esas önemli nokta, onun, Kur’an ayetleri arasında neshin cereyan ettiğinin kabul edilebileceğine dair herhangi birşey söylememiş olmasıdır. Yani ona göre İslam şeriatinin, kendisinden önceki şeriatleri neshettiği sabittir. Ancak nesh olayının Kur’an ayetleri arasında vuku bulduğu söylenemez.18) Allah’ın indirdiği Kur’anî bir hükmün ortadan kaldırılmasından sakınmak için olsa olsa Kur’an’ın nâsih olduğu söylenen ayetlerinin, mensuh olduğu söylenen ayetlerini “tahsis” ettiğinden söz edilebilir.19)

Bütün bunlar, Ebû Müslim el-İsfehânî ile cumhurun ihtilafının lafzî olduğunu söylememizi mümkün kılan hususlardır.

Neshi İnkâr eden çağdaş yaklaşımlar ve gerekçeleri
Son yüzyıla gelene kadar Ümmet’in nesh konusundaki ihtilafı, sadece Ebû Müslim el-İsfehânî ile cumhur-u ulema arasında cereyan etmiştir. Ancak yüzyılımızda, başka pek çok konuda olduğu gibi nesh konusunda da bu Ümmet’in alimlerine muhalefet etmekle ünlenen kimselerin varlığını müşahede ediyoruz. Ülkemiz dışında bu kişilere örnek olarak Muhammed Tevfik Sıdkî, Ahmed Emin ve Mevdudî’yi20), ülkemizden de Süleyman Ateş, Y. Nuri Öztürk, Hüseyin Atay, M. Sait Şimşek gibi isimleri sayabiliriz.

Bu saydığımız isimlerin nesh hakkında söylediklerini teker teker zikretmek yazıyı uzatacağı için, burada sadece Süleyman Ateş’in görüşlerini kısaca ele alacağız.21)

Ateş, Kur’an ayetlerinin birbirini neshi konusunda şöyle demektedir:

“… Bizim kesin kanaatimiz odur ki Kur’an’da kastedilen nesh, Hz. Peygamber’e unutturulmuş olan ve dolayısıyla yazılamayan ayetlerdir. Ama Kur’an’da yazılmış olan her ayetin hükmü vardır. Hz. Peygamber hiçbir ayet hakkında “Bu ayet mensuhtur” dememiştir. Ondan başka hiç kimsenin de Kur’an’ı mensuh saymağa hakkı yoktur. Hatta Kur’an ayetlerini neshetme yarışına girmiş olan alimler(!) bile mensuh saydıkları ayet için bunun bir hükmü yoktur, artık bu asla uygulanmaz diyememişlerdir. Zaten bunu söyleyen de küstahlık etmiştir. Kur’an’da anlamsız, sırf kalıp olsun diye inmiş ayet yoktur. Yüce Allah: “Kur’an’ı düşünmüyorlar mı, eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı.”22) buyurmuş ve Kur’an ayetleri arasında birbirine aykırı sözler olmadığını bildirmiştir. Nesh, anlamları ters sözler arasında olur. Kur’an’da böyle sözler olmadığına göre nesh de yoktur. Her ayetin uygulanacak zamanı vardır.”23)

“Tekrar ediyoruz: Kur’an’ın anlattığı nesh, aynı zamanda insâ demektir. Yani yazılmadığı için zamanla unutturulmuş olan ayetler vardır. Bunların yerine daha iyisi veya dengi ayetler gelmiştir. Yazılmış olan Kur’an’da nesh sözkonusu değildir. Bu düşünce Kur’an’ın veya Peygamber’in düşüncesi değil, gelişen şartlar içinde alim denilen kimselerin Kur’an’a uyguladıkları düşüncelerdir.

“Mensuh ayetlerin sayısını ikiyüze çıkaranlar olduğu gibi beşe indirenler de vardır. Çünkü dayandıkları kesin bir delil yoktur. Onun için herkes kendisine göre neshi azaltmış veya çoğaltmıştır. Ama büyük alim Ebû Müslim Isfahânî de Kur’an’da nesh olmadığını söylemiş, daha sonra zamanımız alimlerinden Ahmed Emin de bu görüşü ispatlamağa çalışmıştır. Onlara göre bu ayette kastedilen nesh, Kur’an’ın kendi kendisini neshi değil, daha önceki Kitabları neshedip hükümsüz bırakması demektir. Tabii bu görüşü de Kur’an’ın ruhuna terstir. Çünkü Kur’an, kendisinin “Kendinden öncekini tasdik edici olarak” geldiğini bildirmektedir. O kitabların hükümlerini kaldırmak için değil, yerleştirmek için gelmiş olan Kur’an, onları hükümsüz bırakmaz. Zaten Kur’an’ın kendisi, dikkatli olarak okunursa, onları gerçak olarak uygulayan, dinin ruhuna bağlı insanları nasıl övdüğü, onların Allah katında nasıl ödüllendirileceklerini söylediği açıkça görülür. İlahî Kitapların hepsi insanları aynı prensiplerde birleştirmek, dost yapmak için gelmiştir. Ama insanların egoizmi, onları yanlış yorumlayarak toplulukları birbirine düşman etmiştir…”24)

Ateş’in yukarıya alığımız görüşlerini kısaca şöyle maddeleştirebiliriz:

1- Yazıya geçirilmiş olan Kur’an ayetleri arasında nasih-mensuh ilişkisi yoktur. Şu anda elimizde bulunan Kur’an’ın bütün ayetlerinin hükmü vardır. Zamanı geldiğinde ve şartlar elverdiğinde, alimlerin mensuh olduğunu söylediği ayetler ile de amel edilir.

2- Kur’an’ın anlattığı nesh, Kur’an’ın, kendisinden önceki ilahî kitapların hükmünü kaldırması da değildir. Böyle bir iddiada bulunmak Kur’an’ın ruhuna terstir.

3- Kur’an’da mensuh ayetler bulunduğu düşüncesi, Kur’an’ın veya Peygamber’in düşüncesi değil, gelişen şartlar içinde alim denilen kimselerin Kur’an’a uyguladıkları düşüncelerdir.

Şimdi bu maddelerde özetlemeye çalıştığımız hususları birer birer ele alalım:

1- Eğer Hz. peygamber (s.a.v) döneminde yazıya geçirilmiş olan ve bize kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiş bulunan Kur’an ayetleri arasında nesh cereyan etmemiş ise ve dahi Kur’an’daki her ayetin uygulanacağı bir zaman ve zemin var ise aşağıdaki sorulara nasıl cevap verilebilir:

a- Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Sana şaraptan ve meysirden soruyorlar. De ki: “O ikisinde büyük günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Fakat onların günahı yararından büyüktür….”25)

Bu ayette şarabın haram kılınmadığı, aksine onun birtakım faydaları olsa da, günahının yararından büyük olduğu ifade edilmektedir. Ateş de tefsirinde bu ayetin şarabı haram kıldığına dair herhangi birşey söylememektedir. Hatta bu ayeti tefsir ederken, “İslam bilginlerinden bir kısmı, tefsirini yapmağa çalıştığımız ayetin haram bildirmediğini, bir kısmı ise haram bildirdiğini söylemişlerdir. Zahir olan, birinci kısmın görüşüdür”26) demek suretiyle bu ayetin şarabı haram kılmadığını söylemektedir. Keza Ateş, bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak, ayette geçen “hamr” ve “meysir”in haramlığından söz etmekte, ancak bunların bu ayet ile haram kılındığını söylememektedir.

Hatta “Ayette günah olduğu bildirilen hamr ve meysir’in ne olduğunu ve bunlar hakkında İslamın son hükmünü inceleyelim:…”27) demek suretiyle İslam’ın, hamr ve meysir hakkındaki “son hüküm” olan haramlık hükmünden önce daha değişik bir hükmü olduğunu zımnen kabul etmektedir.

O halde soralım: “Kur’an’daki her ayetin hükmü vardır” diyen birisi olarak Ateş, hamr ve meysirin haram olduğunu bildirmeyen yukarıdaki ayet ile amel edilebileceği görüşünde midir? Keza, Ateş’e göre “Ey iman edenler, ne dediğinizi bilmeniz için sarhoş iken namaza yaklaşmayınız”28) ayetinin de hükmü olmalıdır. Dolayısıyla müslümanların sarhoş olmalarının değil, sarhoş iken namaza yaklaşmalarının yasak olduğu bir zaman veya ortam bulunabilir yahut kişi sarhoş olmadıkça ve ne dediğinin farında oldukça içki içtiği halde namaz kılabilir iddiasında bulunabilir miyiz?

Yine Ateş, müfessirlerin, yukarıda mealini yazdığımız ayeti neshettiğini söyledikleri “Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar, ezlâm (şans okları) şeytan işi birer pisliktir. Bunlarndan kaçının ki kurtuluşa eresiniz…”29) ayeti üzerinde dururken de şöyle demektedir: “Meysir’in mahiyetini ve insanların şarabın birden bire değil, kademeli olarak menedildiğini ve bu konudaki çeşitli görüşleri Bakara suresi: 219 ncu ayetin tefsirinde açıklamıştık.”30)

Demek ki Ateş’e göre hamr birden bire değil, kademeli olarak men edilmiştir. Peki hamrı nihai olarak mene den bu ayet dururken, Ateş’in sözünü ettiği o “kademe”leri teşkil eden ve hamrın haram olduğunu ifade etmeyen ayetlerle de amel edebilir miyiz?

Hatta yine Ateş şöyle demektedir: “Şarap içmek ve kumar oynamak , toplum ahlakını bozan kötü işlerdendir. İslam bunları kesinlikle yasaklamıştır.”31)

Eğer bu söz doğru ise, “Zaten bunu söyleyen de küstahlık etmiştir. Kur’an’da anlamsız, sırf kalıp olsun diye inmiş ayet yoktur. Yüce Allah: “Kur’an’ı düşünmüyorlar mı, eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı.”32) buyurmuş ve Kur’an ayetleri arasında birbirine aykırı sözler olmadığını bildirmiştir. Nesh, anlamları ters sözler arasında olur. Kur’an’da böyle sözler olmadığına göre nesh de yoktur. Her ayetin uygulanacak zamanı vardır” şeklindeki sözleri nasıl anlayacağız? Birisi çıkıp da, hamr ve meysiri kesin olarak yasaklamayan ayetlerin de uygulanacağı zaman vardır” diyecek olursa buna kim ne diyebilir?

b- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Peygambere gizli maruzatta bulunmak istediğiniz zaman, maruzatınızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için hayırlıdır ve ziyade temizliktir. Fakat tasadduk edecek birşey bulamazsanız, artık şüphe yok ki Allah ⁄afûr’dur, Rahîm’dir.”33)

Hz. Peygamber (s.a.v) ile gizli ve mahrem birşey konuşmak isteyen mü’minlere, bu konuşmayı yapmadan önce fakirlere tasaddukta bulunmayı emreden bu ayet, aşağıda mealini zikredeceğimiz bir sonraki ayet ile nesh edilmiştir:

“(Peygamber ile) gizli konuşmanızdan önce sadaka vermenizden korktunuz mu? Madem ki (bunu) yapmadınız; Allah da sizi affettiğine göre, artık namazı kılın, zikâtı verin ve Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Allah, yapmakta olduğunuz şeylerden hakkıyla haberdardır.”34)

Şimdi Ateş’in bu iki ayet ile ilgili olarak söylediklerine bakalım:

“(…) Her özel konuşma için bir miktar sadaka vermek, müslümanların çoğunun zoruna gitmişti. Onun için bu hüküm, daha sonra inen müteakip ayetle (13. ayetle) zorunlu olmaktan çıkarılmış, isteğe bağlı kılınmıştır. 13. ayette: “Necvânızdan önce sadaka vermekten çekindiniz mi?” tarzındaki bir soru ile müslümanların bu işi yüksünüp yapmadıklarına işaret ediliyor ve Allah’ın bunu affedeceği yani kaldıracağı bildiriliyor; artık namazı kılmaları, zekâtı vermeleri, Allah’a ve elçisine itaat etmeleri emrediliyor. Böylece 12. ayetin getirdiği hüküm, 13. ayetle hafifletilmiş oluyor.

“İşte bu iki ayet, Kur’an’da mensûh ve nâsihe örnek verilir. Mukâtil’den rivayet edildiğine göre birinci ayetin hükmü on gün sürmüş, Hz. Ali, Katâde ve Kelbî’den gelen rivayetlere göre de sadece gündüzün bir saat sürmüş, sonra neshedilmiştir. (…)

“Bazı âlimlere göre de bu iki âyet arasında nesih yok, hafifletme vardır. Birinci âyet mensûh değildir. Necvâsından önce sadaka vermek isteyen yine verebilir. Vermeyenin de zaten affedileceği, âyetin sonunda belirtilmiştir. İkinci âyette ise sadaka verebilecek durumda olup da vermek istemeyenden, mutlaka sadaka verme zorunluluğu kaldırılmıştır. Yani birinci âyetteki zorunluluk ikinci âyette ihtiyârîye (isteğe) çevrilmiştir. Bunda nesih yok, hafifletme vardır. Âyetler arasında nesih yok, ta’dil vardır….”35)

Görüldüğü gibi Ateş, bu iki ayetin ihtiva ettiği hükümler arasında bir farklılık bulunduğunu kabul etmekte ve 12. ayetin hükmünün, 13. ayet ile hafifletildiğini ve ta’dil edildiğini söylemektedir.

Bu demektir ki, Ateş’e göre 12. ayetin “ağır” olan hükmü, 13. ayet ile değiştirilmiştir. Zira “hafifletme” ve “ta’dil” de neticede bir değiştirmedir.

O halde soralım: 12. ayetin –bir sonraki ayet ile hafifletilmiş olan– hükmüne ne olmuştur? Bu ayetin hükmünün hafifletilmiş ve ta’dil edilmiş olduğunu söylemek ile, yürürlükten kaldırılmış olduğunu söylemek arasında nasıl bir fark vardır?

Eğer Ateş’in ifadesiyle “Kur’an’daki her ayetin hükmü var” ise, “Onun için bu hüküm, daha sonra inen müteakip ayetle (13. ayetle) zorunlu olmaktan çıkarılmış, isteğe bağlı kılınmıştır. 13. ayette: “Necvânızdan önce sadaka vermekten çekindiniz mi?” tarzındaki bir soru ile müslümanların bu işi yüksünüp yapmadıklarına işaret ediliyor ve Allah’ın bunu affedeceği yani kaldıracağı bildiriliyor” tarzındaki ifadelerde “Allah’ın kaldıracağı” söylenen 12. ayetin hükmü 13. ayet indikten sonra kalkmamış mıdır? Eğer kalkmamış ise, Ateş’in hemen yukarıdaki cümleleri yanlıştır; eğer kalkmış ise “Kur’an’daki her ayetin hükmü vardır” sözü düşünmeden söylenmiş ve bilahare sahibi tarafından nakzedilmiş bir söz değil midir?

c- Benzeri bir durum, aşağıdaki ayetler için de söz konusudur. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Mü’minleri cihada teşvik et. Eğer sizden sabredici yirmi kişi olsa, ikiyüze galip gelirler. Ve eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bine galip gelirler. Çünkü şüphe yok ki onlar, hakkı anlamaz bir kavimdirler.”36)

Bu ayette mü’minlerden 20 sabırlı kişinin, ikiyüz kâfire galip geleceği, yine mü’minlerden sabırlı 100 kişinin de 1000 kâfire galip geleceği bildirilmektedir. Ancak hemen bir sonraki ayette37) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve bildi ki sizde bir zaaf var. Şimdi sizden sabredecek yüz kişi olursa iki yüz (kâfir)e galebe ederle; sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle iki bin (kâfir)e galip olurlar ve Allah sabredenlerledir.”38)

Süleyman Ateş, bu ayetler hakkında şunları söylemektedir:

“Müfessirlerin çoğunluğuna göre 66 ıncı âyet, 65 nci âyeti neshetmiştir. Neshi kabul etmeyen müfessir Ebu Müslim el-Isfahânî ise, birkaç delil ile bu âyetler arasında neshin bulunmadığını söylemiştir. Ona göre birinci âyette emir yoktur, bir durum bildirmektedir. Yüce Allah, sabreden yirmi mü’min olursa, bunların ikiyüz kâfiri yeneceğini söylüyor. İkinci âyette ise çoğunlukla bir cemâatin, kendilerinden on kat fazla bir cemâate dayanamayacağını bildirerek, mü’minler topluluğunun, en azından kendilerinden iki kat fazla bir topluluğu yeneceğini haber veriyor. Birinci âyet, sabreden mü’minlerin durumunu, ikinci âyet ise onlar kadar sabırlı olmayan mü’minlerin durumunu bildirmektedir. Bunlar arasında nesih, söz konusu değildir. Çünkü birinci âyetteki sabır va azim vasfını taşıyan küçük mü’minler topluluğu, her zaman büyük işler başarırlar. Ama bunlar azdır. Herkesi bunlarla bir tutmak doğru olmaz. İkinci âyet genel olarak bütün mü’minlerin durumunu belirtmektedir. Birinci âyet özel bir şartı, ikinci âyet ise genel şartı değerlendirmektedir.

“Râzî: “Eğer Ebu Müslim’den önce bu âyetler arasında nesih bulunduğu hakkında icma olmuşsa bir diyeceğimiz yok ama, böyle bir icma olmamışsa Ebu Müslim’in sözü doğrudur” diyor.”39)

Burada evvela şu noktayı tespit edelim: Eğer gerçekten bu iki ayet arasında –biri özel bir şartı, diğeri genel şartı belirlemek gibi– bir farklılık söz konusu ise, 66. ayette geçen “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ” ifadesinin ne anlamı vardır? Şayet bu iki ayette farklı özelliklere sahip iki kesim mü’min anlatılıyor ve ilkinde sabırlı, ikincisinde ise sabr-u sebatında bir zaaf olan mü’minler kastediliyor ise, burada “hafifletme”nin zikredilmesinin hiç bir anlamı yoktur. Zira her iki ayette de “sabırlı” mü’minlerin, sayıca kendilerinden ne kadar üstün bir küffar topluluğuna galip geleceği haber verilmektedir.

Şu halde Ebû Müslim el-İsfahânî’nin, Ateş tarafından nakledilen, “Birinci âyet, sabreden mü’minlerin durumunu, ikinci âyet ise onlar kadar sabırlı olmayan mü’minlerin durumunu bildirmektedir. Bunlar arasında nesih, söz konusu değildir. Çünkü birinci âyetteki sabır va azim vasfını taşıyan küçük mü’minler topluluğu, her zaman büyük işler başarırlar. Ama bunlar azdır. Herkesi bunlarla bir tutmak doğru olmaz. İkinci âyet genel olarak bütün mü’minlerin durumunu belirtmektedir. Birinci âyet özel bir şartı, ikinci âyet ise genel şartı değerlendirmektedir” şeklindeki ifadeleri, bizzat ayetlerin lafzına aykırıdır. Çünkü –tekraren söyleyelim– sadece 65. ayette değil, 66. ayette de “sabreden mü’minler” vurgulanmaktadır. Öyleyse buradaki “özel şart-genel şart” ayrımı nereden çıkarılmaktadır? Yoksa 66. ayetteki sizden sabredecek yüz kişi olursa…” ifadesini “hükmü mensuh, metni baki” olarak mı göreceğiz?!

İkinci olarak, 66. ayette geçen “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ” ifadesi, 65. ayette zikredilen durumun bizzat Yüce Allah tarafından değiştirildiğini, hükümden kaldırıldığını bildirmektedir. Zira açıktır ki, eğer bir hüküm hafifletilmiş ise, onda, hitap ettiği kitleye yönelik olarak açık bir değişiklik yapılmış demektir. Yani daha önce “ağır” olan bir hüküm kaldırılarak, yerine ondan daha hafif olan bir hüküm konulmuş ise, burada ağır olan hükmün yürürlükten kaldırılması söz konusudur.

Prensip olarak bunun tersi de böyledir. Yani eğer daha önce hafif bir hüküm mevcut iken, bilahare o hüküm, başka bir ayet ile ağırlaştırılmış ise, orada da bir nesh hadisesi vuku bulmuş demektir.

Bu yazının başında de ifade ettiğimiz gibi nesh, bir beyan türüdür; bir “beyan-ı tebdil”dir. Şu halde buradaki ve bir önceki örnekteki “hafifletmeler” de birer beyan ve beyan-ı tebdil olmaları hasebiyle Kur’an’da nesh bulunduğunun açık örnekleridir. Zira 65. ayette Allah Teala, sabreden mü’minlerin, sayıca kendilerinden 10 kat fazla olan bir kâfirler topluluğuna galip geleceklerini beyan buyurmaktadır. Bu, her hal-u kârda şer’î bir hükümdür. Keza ikinci ayette de, sabreden mü’minlerin, sayıca kendilerinden iki kat fazla olan kâfirler topluluğuna galip geleceklerini bildirmektedir. Bu da bir şer’î hükümdür. Burada iki şer’î hükümden ağır olan kaldırılmış ve yerine daha hafif olan diğer bir hüküm konulmuştur.

Dolayısıyla burada, “bu bir hafifletmedir,. nesh değildir” gibi kelime oyunlarına başvurmanın hiçbir anlamı ve faydası yoktur. Adına ister nesh densin, ister hafifletme densin, burada –ve tabii “b” maddesinde zikrettiğimiz örnekte– bir hükmün, kendisinden daha hafif başka bir hüküm ile değiştirilmesi söz konusudur. Yani evvelki hüküm kaldırılmış, yerine bir başka hüküm getirilmiştir. Bunu bu şekilde kabul ettikten sonra adına ister nesh, isterse tahfif veya başka birşey diyelim, sonuç değişmeyecektir.

Şu halde Ateş’in yukarıda Fahruddin er-Râzî’den naklettiği, “Eğer Ebu Müslim’den önce bu âyetler arasında nesih bulunduğu hakkında icma olmuşsa bir diyeceğimiz yok ama, böyle bir icma olmamışsa Ebu Müslim’in sözü doğrudur” şeklindeki ifadenin de geçerliliğinin ve Ateş’in yaklaşımına bir faydasının bulunmadığı ortaya çıkmış olmaktadır.

d- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Zina eden kadın ile zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun…”40)

Ateş bu ayetin tefsiri esnasında şunları söylemektedir:

“Nisâ Sûresinin 15-16 ncı âyetlerinde zinâ suçuna, muvakkat olduğuna işâret edilen bir cezâ belirlenmişti. Orada zinâ eden evli kadınların müebbeden hapsedilmesi, zinâ eden erkeklerin ise tazir edilmesi (Biraz dövülüp terbiye edilmesi) buyurulmuş ve Allah’ın, bu konuda başka bir yol gösterinceye kadar bu cezanın uygulanması emredilmiş, böylece Allah’ın, bu hususta ayrı bir hüküm indireceğine işaret buyurulmuş idi. İşte daha sonra indirilmiş olan bu sûrede bu yol, yani bu yeni hüküm gösterilmiştir.”41)

Burada Ateş’in bir çelişkisine işaret ederek esas konumuza döneceğiz.

Ateş, 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinin tefsirini yaparken şöyle demektedir:

“Burada zina cezası henüz belirtilmemiştir. Onun cezâsı Nûr Sûresinde belirtilecektir. Bu sûretle âyetler arasında nesh diye bir şey kalmaz. Âyetlerin hepsinin hükmü yerine oturur, uygulama alanı bulur:

“1) Eşcinsellik yapan kadınlar, evde gözetim altında bulundurulurlar, evleninceye dek evden dışarı çıkarılmazlar. Eşcinselliğin cezâsı, kadınlar için sürekli gözetim altında tutmak, evden dışarı çıkarılmamaktır. Ancak evlendikleri veya uslanıp bu işten vaz geçtikleri takdirde, evde sürekli hapis cezâsından kurtulurlar.

“2) Eşcinsellik yapan erkekler, dil ve el ile eziyet ve hakaret edilirler; bir iki tokat vurulmak suretiyle dövülürler….”42)

Görüldüğü gibi burada Ateş, 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinin, eşcinsellik yapan erkeklere ve aynı durumdaki kadınlara verilecek cezayı anlattığı kanaatindedir.

Ancak 24/en-Nûr, 2. ayetinin tefsiri esnasında Ateş, burada söyledikleriyle tenakuza düşerek, –yukarıda da zikrettiğimiz gibi– 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinin, zina suçunun muvakkat cezasını ihtiva ettiğini söylemektedir.

Esas konumuza dönecek olursak; Ateş, 24/en-Nûr, 2. ayetinin tefsiri sırasında, 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinin, zina suçuna verilecek muvakkat bir ceza zikrettiğini ve Allah bu konuda başka bir yol gösterinceye kadar, zina eden kadın ve erkeklere hapis ve ta’zir cezası verileceğini söylemektedir.

Şu halde 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinde zikredilen ceza muvakkat (geçici) bir ceza ise, daha sonra yürürlükten kaldırılacak ve yerine başka bir ceza ikame edilecek demektir. Nitekim öyle de olmuştur. 24/en-Nûr, 2 ayeti, söz konusu muvakkat cezanın yerine, zina eden kadın ve erkeklere verilecek esas cezayı belirtmiş ve bunun, onlara yüzer değnek vurulması şeklinde olacağını beyan buyurmuştur.43)

O halde soralım: 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinde zikredilen muvakkat hükme ne olmuştur? “Kur’an’daki her ayetin hükmü vardır” mantığından hareket ederek, zina eden kadın ve erkekleri sopa cezasına çarptırmaksızın, onları sadece ev hapsine ve ta’zir cezasına tabi tutmakla yetinebilir miyiz?

Eğer Ateş bu soruya “evet” diyecek ise, bu cezanın muvakkat olduğunu söylemesi hakkında ne demeliyiz?

Eğer bu soruya “hayır” diyecek ise, söz konusu muvakkat hüküm yürürlükten kaldırılmış olmuyor mu? Bu da 4/en-Nisâ suresinin 15 ve 16. ayetlerinin nesh edilmiş olduğunu kabul etmek değil midir?

Her ne kadar, Kur’an ayetleri arasında neshin vuku bulduğunu gösteren örnekler bunlara münhasır değil ise de, biz burada zikrettiğimiz örneklerin konuyu yeterince açıkladığını düşünüyoruz.

Gelelim Ateş’in, bu yazının başında ileri sürdüğü 2. hususa. Ateş’in sözlerini tekrar okuyalım:

“… Ama büyük alim Ebû Müslim Isfahânî de Kur’an’da nesh olmadığını söylemiş, daha sonra zamanımız alimlerinden Ahmed Emin de bu görüşü ispatlamağa çalışmıştır. Onlara göre bu ayette kastedilen nesh, Kur’an’ın kendi kendisini neshi değil, daha önceki Kitabları neshedip hükümsüz bırakması demektir. Tabii bu görüşü de Kur’an’ın ruhuna terstir. Çünkü Kur’an, kendisinin “Kendinden öncekini tasdik edici olarak” geldiğini bildirmektedir. O kitablarının hükümlerini kaldırmak için değil, yerleştirmek için gelmiş olan Kur’an, onları hükümsüz bırakmaz. Zaten Kur’an’ın kendisi, dikkatli olarak okunursa, onları gerçak olarak uygulayan, dinin ruhuna bağlı insanları nasıl övdüğü, onların Allah katında nasıl ödüllendirileceklerini söylediği açıkça görülür. İlahî Kitapların hepsi insanları aynı prensiplerde birleştirmek, dost yapmak için gelmiştir. Ama insanların egoizmi, onları yanlış yorumlayarak toplulukları birbirine düşman etmiştir…”44)

Ateş’in bu söylediklerinin Kur’an’a uygun mu, yoksa aykırı mı olduğunu öğrenmenin en sağlam yolu, elbette bizzat Kur’an’ın bu mesele hakkında ne dediğine bakmaktan geçer. Biz de öyle yapalım ve Kur’an’ın, kendisinden önce gelmiş olan ilahî kitapların hükümlerini nehsederek yürürlükten mi kaldırdığını, yoksa aynen bırakıp o hükümleri tasdik mi ettiğini bizzat Kur’an’a baş vurarak görelim:

a- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut barsaklarında taşıdıkları, ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz, elbette doğru söyleyeniz.”45)

Bu ayet, Yahudiler’e haram kılınan birtakım yiyecekleri beyan etmektedir ve Kur’an’ın bu hükmü yürürlükten kaldırdığı açıktır. Şu halde söylemek zorundayız ki Kur’an, burada zikredilen haramlık hükmünün yer aldığı önceki vahyi neshetmiştir.

b- Yine şöyle buyurmaktadır:

“Yahudiler’in zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve insanların mallarını haksız yollardan yemeleri yüzünden, kendilerine (daha önce) helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”46)

Bu ayetler de, azgınlıkları sebebiyle Yahudiler’e, daha önce helal olan temiz ve iyi birtakım şeylerin bilahare haram kılındığını açık bir şekilde göstermektedir. Hemen aşağıda zikredeceğimiz ayet ile burada zikrettiğimiz ayet bir arada düşünüldüğünde, burada zikredilen “temiz ve iyi şeyler”in (ki “a” maddesinde zikrettiğimiz ayet bunların bir kısmının neler olduğunu anlatmaktadır), Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından –kendisine vahyin verdiği yetkiyle– gerek Ehl-i Kitab’a ve gerekse inanan diğer tüm insanlara tekrar helal kılındığı görülecektir. Şu halde Yahudiler’e ceza olarak indirilen bu hüküm, Yüce Allah tarafından Kur’an vahyi ile neshedilmiş demektir.

c- Yine şöyle buyurmaktadır:

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıkları ve üzerlerindeki zincirleri indirir.”47)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu ayet, Yahudiler’e daha önce haram kılınmış olan birtakım şeylerin –ki ayet bunlardan “ağırlıklar ve zincirler” diye bahsetmektedir– helal kılındığını anlatmaktadır. Bu da Kur’an’ın, kendisinden önceki bir ilahî hükmü neshettiğinin açık delilidir.

Burada zikrettiğimiz örnekler, Ateş’in, “O kitablarının hükümlerini kaldırmak için değil, yerleştirmek için gelmiş olan Kur’an, onları hükümsüz bırakmaz….” şeklindeki sözlerde ifadesini bulan kanaatinin de doğru olmadığını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Ne gariptir ki Ateş, yukarıda kendisinden naktlettiğimiz ifadelerin sahibi olarak tefsirinde Kur’an’ın, diğer kitapları neshettiği gerçeğini inkâra çalışırken, bir başka kitabında aynen şunları söylemektedir:

“… Yahut da bu âyette (2/el-Bakara, 106) ve Nahl: 101. âyette kasdedilen nesih, daha önceki kitaplarda bulunan bâzı bağlayıcı, zorlaştırıcı hükümlerin kaldırılması demektir. Nitekim Kur’an’ın, Tevrat’ta bulunan birçok yasağı kaldırmış olduğunu A’râf: 57 ve En’âm: 145-146. âyetlerden anlıyoruz.”48)

Eğer okuyucu, bu yazının başlarında Ateş’in tefsirinden naklettiğimiz sözler ile burada zikrettiğimiz sözleri yanyana koyup düşünecek olursa, Ateş’in, kendi söylediklerini nasıl tekzip ve nakzettiğini görecek ve haklı olarak “bu işte bir yanlışlık var, ama nerede?” sorusunu soracaktır…

3- Ateş’in, “Bu düşünce Kur’an’ın veya Peygamber’in düşüncesi değil, gelişen şartlar içinde alim denilen kimselerin Kur’an’a uyguladıkları düşüncelerdir.” şeklindeki ifadesine gelince, Kur’an’da nâsih-mensuh ayetler bulunduğu vakıası, sadece “alim denilen kimselerin düşüncesi” değil, bizzat Sahabe neslinden itibaren –Ebû Müslim el-İsfehânî gibi birtakım Mu’tezilîlerin veya diğer bazı bid’at mezheplerin mensubu zevatın çürük görüşleri bir kenara bırakılırsa– bütün İslam alimlerinin üzerinde söz birliği ettiği bir husustur. Tefsirlerde, nâsih-mensuh konusuyla ilgili kitaplarda ve ahkâm hadislerini ihtiva eden eserlerde bu söylediğimizi doğrulayan sayısız örnek mevcut olduğu için bu noktayı ayrıntılı bir şekilde işleyerek yazıyı uzatmayı gereksiz buluyoruz.

Hatta Ebû Müslim el-İsfehânî bile, Kur’an’da nesh bulunmadığını iddia ederken aslında mensuh olduğu söylenen ayetlerin, nâsih olduğu söylenen ayetler tarafından tahsis edildiğini (hükmünün daraltıldığını) söylemiştir. Oysa nesh ile tahsis arasında –tafsilatı Usûl kitaplarında zikredilmiş olan– önemli farklılıklar mevcuttur.49)

Netice olarak şunu söylememiz gerekir ki, birtakım müfessirlerin (özellikle mütekaddimun müfessirlerin) ve nâsih-mensuh konusu ile ilgili olarak eser veren müelliflerin, Kur’an’daki mensuh ayetlerin sayısı hakkında abartılı rakamlar zikrettikleri doğrudur. Müteahhar alimler ise mensuh ayetlerin sayısı konusunda daha küçük rakamlar zikretmişlerdir. Nitekim es-Suyûtî’nin 20 civarında olduğunu söylediği mensuh ayet sayısını50), Şah Veliyyullâh ed-Dihlevî 5’e indirmiş ve geriye kalanlarda nesh durumunun açık olmadığını söylemiştir.51)

Bu farklılık, önceki alimlerin “nesh” kelimesine yükledikleri anlamdan kaynaklanmaktadır. Onlara göre nesh şu şekillerde olur: Bir hüküm ile amelin süresini sona erdirmek, sözü ilk anda anlaşılan manasından başka bir manaya çevirmek, âmm (genel hüküm bildiren) ayeti tahsis etmek, mücmeli beyan ve mutlakı takyid etmek, cahiliye adetini yahut geçmiş bir şeriati kaldırmak vs. Bu sebeple Sahabe ve Tabiun nazarında mensuh ayetlerin sayısı daha fazla olarak görülür.52)

Bütün bu manalar, Usûl alimlerinin “nesh” kelimesine yükledikleri manadan daha şumullüdür. Usûl alimlerinin mensuh saydığı ayetlerin sayısının, önceki alimlerin mensuh saydıklarına göre daha az olmasının başlıca sebebi budur.

Bu yazıda kısaca ortaya koymaya çalıştığımız gibi, Kur’an’da –neshi kabul etmeyenler tarafından mensuh olduğu açıkça söylenememiş olsa bile– hükmü kaldırıldığı, değiştirildiği, daraltıldığı veya hafifletildiği için mensuh kategorisine girdiği inkâr olunamayacak ayetler vardır. Alimlerin, mensuh ayet sayısındaki ihtilafı, Kur’an’da hiç mensuh ayet bulunmadığının delili olarak kullanılamaz.

Beyan Dergisi – Mart-Nisan 1999

Ebubekir Sifil
Devamını Oku »

Kadın'ın Şahitliği ve Çok Eşlilik Meselesi

Kadın'ın Şahitliği ve Çok Eşlilik Meselesi







Modern zamanlarda İslam ahkâmının belki de üze­rinde en fazla spekülasyon yapılan kısmını kadınlarla ilgili hükümlerin oluşturuyor olması elbette tesadüf değildir. Bilhassa şahitlik ve çok eşlilik (taaddüd-i zevcat) meselesi, modernitenin tabularından “eşitlik” ilkesine aykırı görül­düğünden, günümüzde kendisini “Müslüman” olarak ifade eden pek çok yazar-çizer tarafından dahi dinin çerçevesi­nin dışına atılmaya çalışılmaktadır. Sadece Müslüman ka­dınların değil, aynı zamanda Müslüman erkeklerin de aya­ğının kaydığı bu noktaya özel bir önem vermeliyiz. Bu iti­barla yazının bundan sonraki bölümünde kadınla ilgili çağdaş problemlerden ikisine kısaca değineceğim



1-Kadının şahitliği meselesi



Şurası bir hakikat ki kadın, bu ümmetin geleceğini inşada ikamesiz bir fonksiyona sahiptir. Kadının bu fonk­siyonundan uzaklaştırılması durumunda bu hayatî fonk­siyonu onun yerine ve onun gibi yerine getirecek bir başka unsur mevcut değildir.



Böyle olduğu için İslam, kadının yerini “ev içi” olarak tayin etmiştir. İstisnai durumlar olmakla birlikte, evet ka­dının asıl yeri evinin içidir. Bir çocuğa annesinin verebile­ceğini başka hiçbir insan veremediğine göre, kadının esas yerinin ev içi olmasında da şaşılacak bir durum olmamalı­dır.



Bu durum, kadının toplumsal hayata katılımını kı­sıtlayan/engelleyen bir husus olarak görülmemelidir. Çünkü ev içi sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren bir kadın elbette bu temel fonksiyonunun tabii etki alanı içinde toplumsal ilişkiler de kuracak ve bu çerçeve içinde toplumsal roller de icra edecektir.



Ancak geleceğimiz olan çocuklar okul öncesi eğitim­lerini ev ortamında alıyor ve kabul edelim ki eğer 0-6 yaş arası şekillenen duygu ve algı dünyaları anneleri tarafın­dan müsbet istikamette şekillendirilmediği zaman iş bakı­cılara ve kreşlere kalıyor. Yukarıda zikrettiğimiz istatistik­ler olsun, hemen her gün basma yansıyan haberler olsun, suç işleme yaşının ilköğretim çağına kadar düştüğünü açık bir şekilde önümüze koymaktadır.



Bütün bunlar yaşadığımız fiili gerçeklikler iken, kadın evin dışına çıkardığınız, yani kendi aslî fonksiyonunu yerine getirme imkânını ortadan kaldırdığınız zaman kadının öncelikli rolü “annelik” olmaktan çıkacak;daha başka roller ön plana geçececektir.



Kur’an, 2 kadının şahitliğini 1 erkeğin şahitlik denk tutarken kadının “aklı kıt olduğunu söylemek istemiyor elbette. Kadının aklı kıt olduğu gerekçesiyle şahitlik yapamayacağı söylendiğinde, aynı durum “annelik” içinde -hatta öncelikli olarak- söz konusu olacaktır. Aklı kıt olan bir insan nasıl annelik yapabilir?



Kur’an’ın burada bize -dolaylı bir delaletle- verdiği mesaj şudur: Kadını sokağa çıkararak, evinden ve aslî fonksiyonundan uzaklaştırarak tabii seyrinde sizin ara­nızda cereyan etmesi gereken meselelerle meşgul etmeyin. Ticari münasebetleriniz çerçevesinde yaptığınız işlemlerde size şahitlik edecek güvenilir iki erkek bulamazsanız, istis­nai bir durum olarak bir erkekle beraber iki kadını şahit tutun. Kadınların asıl işi sizin aranızda geçen ticari işler olmadığından, onların aklı evin idaresi ve çocukların eği­timi, terbiyesi, şekillendirilmesiyle meşguldür. Şahitlik meselesinden sonra onlar, tabii olarak kendi dünyalarına, meşguliyet ve sorumluluk alanlarına geri dönecek, 0 alanda yoğunlaşarak misyonlarını yerine getirmeye devam edeceklerdir. Dolayısıyla özellikle aradan uzun bir zaman geçtiğinde şahitlik konusu olan hususu detaylarıyla hatır­layamayabilirler. Böyle bir durumda birisi unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın ve iş sağlam olsun diye iki kadını şa­hit tutun.



Kur’an’ın söylediği budur. Kadın, anne olmak vas­fıyla bizim geleceğimizi inşa eden biricik insandır. Belki de bunun için cennet -“kadınların” değil de “annelerin” aya­ğının altındadır!- Bu itibarla şahitlik meselesini kadının “aklının kıtlığı” gibi bir zeminde ele almak ve takdim etmek hiçbir şekilde doğru değildir.



“Bedevinin şehirli aleyhine şahitliği caiz değildir” (Ebû Dâvud, “Akdıye”, 17..) hadisi de benzeri bir noktaya delalet etmektedir. Ulemanın beyan ettiği üzere (Bkz. el-Hattâbî, Me’âlimu ’s-Sünen, IV, 170; el-Münâvî, Feydul- Kadır, VI, 391.)bu hükmün hikmeti, adeten bedevile­rin, şehirliler arasında cereyan eden muameleleri gereği gibi bilememeleridir. Onların dünyaları, gündemleri ve iş­tigal sahaları farklı olduğu için bu durum ne kadar nor­malse, bütün enerjisini ve mesaisini gelecek nesli yetiştir­meye teksif etmiş bulunan kadınların da erkekler arasında cerevan etmesi gereken işlen onlar kadar bilmemeleri ve akılda tutamamaları da o kadar normaldir.



Çok eşlilik

Kadın-erkek eşitliğine aykırı olduğu için modern İslam algısını rahatsız eden hükümlerden birisi de taaddüd-i zevcatla ilgili olandır. Bu mesele o kadar çarpık düşüncelere zemin ittihaz edilmiştir ki, bu vesileyle modern algı, İcadını erkeğe eşitleyeyim derken vahy-i ilahiyi itham al­tında bırakma derekesine yuvarlanmıştır.



4/en-Nisâ, 3. ayetinde şöyle buyurulur: “Eğer yetim­lerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size he­lal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin. Eğer bu surette adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o za­man bir tane (ile) veya sahip milkiniz olan cariye ile yetinin. Bu, adaletten sapmamanıza daha uygundur.”



Aynı surenin 129. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır: “Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Bari birine büsbütün meyle­dip de ötekini askıda kalmış gibi bırakmayın…”



Kadınlar arasında adaletli davranma konusuyla ilgili olarak bu iki ayette görünüşte bir tearuz vardır. Birinci ayet kadınlar arasında adalete riayet edemeyeceğinden en­dişe eden erkeklere tek eşle yetinme yolunu gösterirken, ikinci ayet “ne kadar uğraşırsanız uğraşın kadınlar ara­sında adaleti yerine getiremezsiniz” diyor. Birden fazla ka­dınla evlilik için ilk ayetin öngördüğü adalet şartı, ikinci ayet tarafından “yerine getirilmesi mümkün olmayan bir durum” olarak ifade edildiğine göre birden fazla kadınla evliliğin kapısı fiilen kapatılmış demektir.



Peki, acaba Kur’an, mü’minlerle -haşa- dalga geçer­cesine böyle bir abese yer veren bir kitap olabilir mi? Ta- addüd-i zevcat kapısını kapatmak isteyenler, kendisine önünden veya arkasından hiçbir batılın yaklaşamayacağı Kur’an-ı Azimüşşan’a böyle bir nakisayı nasıl yakıştırabiliyor?



O halde, taaddüd-i zevcat gerçekten tahakkuku imkânsız bir şarta bağlanmışsa;



1-Kur’an’da abesle iştigal var demektir, adalet şartı­nın yerine getirilemeyeceği bizzat Kur’an tarafından bildi­rilmişse, şartın ortadan kalkmasıyla meşrut da ortadan kalkmış olacağından, Kur’an kendi açtığı kapıyı yine bizzat kendisi kapatmış dernektir. Allah’ın dini, muhal bir şeyi şart olarak koşma çelişkisine düşmekten münezzehtir. Bu meselede Kur an’ın muhali şart koştuğunu söylemekle elde edilecek sonuç taaddüd kapısının kapatılmış olması değildir ,bilakis bu kendimizde bulunmasına bile rıza gösteremeyeceğimiz bir çelişki ve noksanlığın Allah kelamına izafe edilmesidir!



2.Taaddüdü ifade eden ayette dörde kadar kadını evlilik için herhangi bir şart zikredilmemişken, adalete riayetsizlikten korkulması durumu tek eşle evlilik için bir şart olarak zikredilmiştir. Hiç kimse çok eşliliğe fiilen adım atmadan adalete riayet edip edemeyeceğini bilemez. Dola­yısıyla şart-meşrut ilişkisinin burada ters biçimde kurul­duğunu söylemek durumundayız.



3-Kaldı ki, 129. ayetin, yerine getirilmesinin müm­kün olmadığını haber verdiği “adaletlin, sevgi ve ilgide ada­let olduğu rivayet tefsirlerinin açıkça ifade ettiği bir husus­tur. (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, IV, 312 vd.;) Kaldı ki, ayetin devamında da buradaki adaletin ih­lalinin, çok eşliliğe mani teşkil eden bir durum olmadığı belirtilmektedir. Yani kadınlar arasına sevgi ve ilgi nokta­sında adaleti ideal anlamda yerine getiremeyeceğiniz açık. Zira kalbiniz birine diğerlerinden fazla meyleder ve siz bunu engelleyemezsiniz. Bari sevgi ve ilginizi bütünüyle bi­rine doğru yönlendirip, diğer(ler)ini büsbütün askıda bı­rakmayın. İlgi ve sevginizi on(lar)dan da esirgemeyin. Nite­kim Efendimiz (s.a.v) dahi “Allahım! Bu benim elimden ge­len taksimimdir. Senin kudretinin dâhilinde olan, ancak be­nim güç yetiremediğim hususlarda beni muaheze etme” (Ebû Dâvud, “Nikâh”, 39) buyurmak suretiyle sevgi ve ilgide eşleri arasında tam bir eşitlik sağlamaya muktedir olamadığını belirtmiştir.



4-Kur’an’ın, eşler arasında adaletin sağlanamayaca­ğını ifade buyurması, taaddüd-i zevcat uygulamasının fii­len mümkün olmadığının delili olsaydı, Kur’an’ın kapattığı bir kapının Sahabe döneminden itibaren bu ümmet tara­fından fiilen kırılmış ve bu Kur’anî hükmün ümmet tara­fından fiilen çiğnenmiş bulunduğunu söylememiz gereke­cekti. Sahabe-i Kiram’ın (Allah hepsinden razı olsun) çok eşle evlilik uygulamasını Efendimiz (s.a.v)’in bilgisi dahi­linde gerçekleştirdiğinde şüphe bulunmadığına göre, Efen­dimiz (s.a.v)’in dahi Kur’an’ın kapattığı bir kapının kırıla­rak açılmasını onayladığını söylememiz gerekecektir.



Bütün bunları söylemeyi göze alabilen ve isbat ede­ceğine dair kendine güvenen varsa işte meydan!..«



Ebubekir Sifil-İhya ve İnşa






Devamını Oku »

Ebu Hanife’ye Yapılan Eleştirilerin Cevapları

Ebu Hanife’ye Yapılan Eleştirilerin CevaplarıBu yazının ele alınışının asıl nedeni ‘Ebu Hanife’ye yöneltilen eleştiriler ve bu eleştirilerin haklılık payının’ izharıdır.

Bu yüzden Ebu Hanife’nin nerede yaşadığı,çevresi,öğrencileri,şahsiyeti,takvası,menkibeleri,metodu gibi konular üzerinde pek durmadık.Bu yazı daha çok,ona yöneltilen eleştirilere cevap verme amaçlı ele alınmıştır.



Ebu Hanife (İmam A’zam) kimdir ?

Asıl adı Numan olup 80 (M.699) yılında Kufe’de doğup 150 (M.767) yılında Şaban ayının on beşinci (Berat) gecesinde Bağdat’ta vefat eden (1) ehli sünnet mezhepleri arasında yer alan Hanefi mezhebinin baş imamıdır. ‘’Hanife’’ tabiri , Hanife denilen bir yazı hokkasını devamlı yanında bulundurması sebebiyle verilmiş olduğu söylenmektedir.(2) ‘’Ebu Hanife’’ tabiri ise , Hanefi mezhebinin baş imamı,kurucusu olmasındandır.Her ne kadar mezhep kurma adına yola çıkmamış olsa da bu mezhebin baş imamıdır ve mezhep de ona izafe edilmektedir .‘Mantığın babası Aristo’dur.’ Cümlesindeki mantık ile aynı düzlemden yola çıkılarak bu ad verilmiştir.Öte yandan hokkayı yanından ayırmaması adeta çocuğu gibi sayılarak bu adın verildiğini söylemek de mümkündür.Yani ‘Hanife’ diye bir kızı ya da oğlu vardı da onun babası olduğu için böyle denilmiştir, demek ilim ile bağdaşmaz çünkü bilinen tek çocuğu Hammd’tır.(3) Farklı görüşler olmakla birlikte kendisinin Türk veya Fars’lı olması baskın görüştür.(4) Hatip Bağdadi “Sahih olan onun hapisteyken öldüğüdür.” demiştir. (5) Ebu Hanife’nin hapisten çıktıktan sonra, zehirlenerek öldürüldüğü hususunda da rivayetler vardır.(6) Küfe ehlinin en fakihi Hz. Ali ile Abdullah b. Mes’ûd’dur. Bu ikisinin en fakih öğrencileri Alkame’dir. Alkame’nin öğrencilerinin en fakihi de ibrahim en-Nehaî’dir. İbrahim’in öğrencilerinin en fakihi Hammâd, Hammâd’ın öğrencilerinin en fakihi de Ebû Hanife’dir. Ebû Hanife’nin öğrencilerinin en fakihi ise Ebû Yusuf’dur. Ebû Yusuf’un öğrencileri her tarafa yayılmıştır. Bunların içinde en fakih olan Muhammed b. Hasan’dır. Muhammed’in öğrencilerinin en fakihi ise Ebû Abdullah eş-Şâfii’dir.” (7)



Eserleri

Kitapların ona aidiyeti ihtilaflı bir konudur. Fıkhu’l Ekber’in ona ait olmasında baskın görüş varken (8) diğer kitapların ona aidiyeti konusunda büyük ihtilaf vardır.Bununla birlikte şu kitapları yazdığı veya yazdırdığı ifade edilmiştir ;

1- el-Fıkhu’l-Ekber

Akait ilmine dair yazılmıştır. Ehl-i sünnetin görüşlerini özetlemiştir. Goldziher olmak üzere bazı şarkiyatçılar bu eserin Ebu Hanife’ye nispetini sahih görmezlerse de kitabın ona ait olduğunda İslâm âlimleri görüş birliği içindedir. (9)

“Bu fikirler İmamı Âzam’a değil, söylendiği gibi, onun baş düşmanlarından biri olan Buharî’ye ait fikirlerdir.” (10)

Prof.Dr.Y.Nuri ÖZTÜRK’ün bu görüşü baştan aşağı hatalıdır.Nitekim Buhari ‘İman , kavl ve fiildir,artar ve eksilir’ demiştir.(11) Oysa Fıkhu’l Ekber’de ‘İman eksilmez ve artmaz.’ Diye yazılıdır.(12) Ortadaki çelişki açık olduğundan bu kitabın Buhari’ye aidiyeti söz konusu değildir.

2- el-Fıkhu’l-Ebsat

Akaidle ilgili olup oğlu Hammâd ile talebeleri Ebû Yûsuf ve Ebû Mutî’ el-Belhî tarafından rivayet edilmiştir. (13)

3- el-Alim ve’l-Müteallim. Akaitle ilgilidir.Soru cevap tarzındadır.

4- Risale ilâ Osman el-Bettî.Akaid konularında kendisine yöneltilen bazı itham ve iddialara cevap vermektedir.

5- el-Vasiyye.Akait konularını işler.12 madde olarak vasiyette bulunmuştur.

6- el-Vasıyye (oğlu Hammad’a)

7- Müsnedü Ebi Hanife (Ebu Yusufu’n rivayetiyle)

Öğrencileri tarafından Ebu Hanife’den rivayet edilen hadisleri -diğer bir ifadeyle Ebu Hanife’nin ictihatlarında delil olarak kullandığı hadisleri- ihtiva eden  eserdir. (14)

8- el-Kasîdetü’n- Nu’mâniyye. Hz. Peygamber için yazdığı na’t olup basılmıştır. (15)

9- Maksut.Medreselerde Bina adlı kitaptan sonra okutulan sarf kitabıdır.



İmam Azam hakkında hadis var mıdır ?

suyuti,Tebyiz, s.32

Muhaddis Suyuti: ‘’Ebu Hanife peygamber efendimiz tarafından hadisle müjdelenmiştir.’’ Demiştir.Ayrıca Suyuti ‘’ هَذَا الْحَدِيثُ الَّذِي رَوَاهُ الشَّيْخَانِ أَصْلٌ صَحِيحٌ يُعْتَمَدُ عَلَيْهِ فِي الْإِشَارَةِ لِأَبِي حَنِيفَةَ / Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri bu hadisler,Ebu Hanife’ye işaret etmektedir.’’ Demiştir. (16)



İlgili hadis metni

“İman Süreyya yıldızına çıksa, Farisoğullarından biri elbette alıp getirir.”(17)

Ebu Hanife’nin sahih hadise ve dolayısı ile delile çok önem verirdi.Bunun açık tezahürü şu söylemidir ;

قال الإمام أبو حنيفة رحمه الله : (إِذا صح الحديث فهو مذهبي) وقال : ( لا يحل لأحد أن يأخذ بقولنا ما لم يعلم من أين أخذناه)

‘’İmam Ebu Hanife şöyle demiştir : ‘’Hadis sahih olunca o benim mezhebimdir. (yani ben sahih hadis varken farklı bir görüş ileri sürmem.) ve tekrar dedi ki ,Kimseye bizim görüşlerimizin nereye dayandığını bilmeden almak helal değildir.’’(18)



Ebu Hanife’nin tabiinden olup olmayışı

Hafız İbn Kesîr :’’Dört imam içinde en önce vefat Ebu Hanife’dir. Sahabe dönemine yetişmiş ve Enes b. Malik’i görmüştür. Başka sahabileri gördüğü de söylenmiştir. Bazı ilim adamları onun yedi sahabiyi gördüğünü söylemişlerdir.’’ (19)



Suyuti , el-Taberi el-Makri el-Şafii’nin Ebu Hanife’nin tabiinden olduğuna dair bir risale yazdığını haber verir.İlgili kitapta ‘’Ebu Hanife’nin 7 sahabi ile görüştüğü’’ yazılmış ve  ‘Enes’ten üç hadis rivayet ettiği’ de kayda alınmıştır.Hatib ise bu rivayetin sahih olmadığı görüşündedir.İbn Hacer,Ebu Hanife’nin sahabeden bir guruba ulaştığını söylemiştir.Bu sahabiler arasında Enes b. Malik vardır.(20)

Ebu Maşer Cüz’ünde Ebu Hanife rivayetleri olarak çeşitli rivayetler sunar.Bunlar arasında ‘Her Müslüman üzerine ilim talep etmek farzdır.’(21) Ve ‘ Hayra delalet ettiren onu yapan gibidir.’(22) Hadisleri vardır.

Suyuti , ilk rivayetin senedinde yer alan ‘Ahmet b.Muhammed b.Salt’ibni’l Muğallis’in cerh edildiğini belirtir.(23) Nevevi , ‘Fetvalar’ında bu hadisin manası sahih olsa da senet yönünden zayıf olduğunu ifade etmiştir.Hafız Mizzi ise bu hadisin bir çok farklı tariki olduğunu ve toplamda hasen rütbesine ulaştığını ifade eder.Suyuti bu görüşlerden sonra kendi görüşünün ‘Bana göre bu hadis sahih mertebesine çıkmıştır.Ben bu hadisin 50’ye yakın tarikini buldum.’der.

İkinci hadis de sahihtir.Sahabi topluluğundan bu hadis rivayet edilmiştir.Hadisin farklı rivayeti Müslim’de مَنْ دَلَّ عَلَى خَيْرٍ فَلَهُ مِثْلُ أَجْرِ فَاعِلِهِ lafzı ile geçmektedir. (24) Sonuç olarak iki hadis de sahihtir.(25)



Ebu Hanife’yi Cerh Ve Tadil Edenler

Cerh , luğatta yaralamak anlamındadır.Hadis ıstılahında ise bir ravinin rivayetinin sağlam olmadığını/zayıf olduğunu ifade eden terimdir.Ta’dil kelimesiyse rivayetinin sağlam olduğunu,kabul edilmesi gerektiğini ifade eder.

Raviler hakkındaki cerh ve ta’dil işlemi, esas itibariyle hadis alimlerinin içtihadına dayanmaktadır.Bu yüzden herkesin vardığı sonuç aynı olmayabilir. Bu konuda bir alimin neler dediğine bakalım ; “Buhari ve Müslim , başka hadis alimlerince cerh edilmiş pek çok ravinin rivayetine yer vermiştir.Çünkü ravilerin durumu, alimlerin onlar hakkındaki içtihatlarına bağlıdır. Birinin şart olarak ileri sürdüğünü diğeri reddeder.Dolayısı ile herkesin vardığı sonuç aynı olmayabilir.’’ (26)



Ebu Hanife’yi ta’dil edenler /güvenilir ravidir diyenler

1- Ebu Ca’fer Muhammed el-Bâkır

2- Hammad b. Ebî Süleyman

3- Mis’ar b. Kidam

4- Eyyüb es-Sahtiyânî

5- A’meş

6- Şu’be,

7- Süfyan es-Sevrî

8- Muğîre b. Miksem

9- Süfyan b. Uyeyne

10- Hasen b. Salih b. Hayy

11- Said b. Ebî Arûbe

12- Hammad b. Zeyd

13- Şerik el-Kâdî

14- İbn Şübrüme

15- Yahya b. Saîd el-Kattan

16- Abdullah b. Mübarek

17- Kasım b. Maan

18- Hucr b. Abdilcebbar

19- Züheyr b. Muaviye

20- İbn Cüreyc

21- Abdürrezzak

22- Şafii

23- Veki’ b. Cerrah

24- Fadl b. Musa

25- Halid el-Vâsıtî

26- İsa b. Yunus

27- Abdulhamid el-Hımmânî

28- Ma’mer b. Râşid

29- Nadr b. Muhammed

30- Yunus b. İshak

31- İsrail b. Yunus

32- Züfer b. Hüzeyl

33- Osman el-Bettî

34- Cerîr b. Abdulhamîd

35- Ebu Mukatil Hafs b. Müslim

36- Ebu Yusuf el-Kâdî

37- Selim b. Salim el-Belhî

38- Yahya b. Âdem

39-Yezid b. Harun

40- İbn Ebî Rezme

41- Said b. Salim el-Kaddah

42- Şeddad b. Hakim

43- Hârice b. Mus’ab

44- Halef b. Eyyub

45- Ebu Abdirrahman el-Mukrî

46- Muhammed b. es-Sâib

47- Hasen b. ‘Umâre

48- Ebu Nuaym Fadl b. Dukeyn

49- Hakem b. Hişam

50- Yezid b. Zeri’

51- Abdullah b. Davud el-Hureybî

52- Muhammed b. Fudayl

53- Zekeriyya b. Ebî Zaide

54- Yahya b. Zekeriyya b. Ebî Zaide

55- Zâide b. Kudâme,

56- Yahya b. Maîn

57- Malik b. Miğvel

58- Ebu Bekir b. Ayyaş

59- Ebu Halid el-Ahmer

60- Kays b. er-Rebi1

61- Ebu Kasım en-Nebil

62- Muhammed b. Câbir

63- Abdullah b. Musa

64- el-Asma’î

65- Şakîk el-Belhî

66- Ali b. Asım

67- Yahya b. Nasr

68- Celaleddin Suyuti (27)



Cerh ve ta’dil imamlarından biri olan Yahya b. Ma’în , Ebu Hanife’yi açık bir şekilde ta’dil etmiş ve şöyle demiştir : “O sikaydı/güvenilirdi.Sadece ezberlediği hadisi rivayet eder, ezberinde olmayanı rivayet etmezdi.” (28)



Hadisçilerin Ebu Hanife’ye hücumda aşırı gittiklerini ifade eden İbn Maîn, “Ebu Hanife yalan söyler miydi?” diyenlere karşılık,

“O böyle şeylerden uzak, şerefli bir kimseydi.” demiş ve Ebu Hanife’nin hadiste doğru söyleyenlerden (sâdık) olduğunu ifade etmiştir.(29)



Yahya b. Ma’în’in, Ebu Hanife hakkındaki ta’dilini zikreden Ebu Gudde, Buhari’nin, Müslim’in, Ebu Davud’un, Ahmed b. Hanbel’in ve Ebu Hâtim’in şeyhi olan bu cerh ve ta’dil imamının, zaman ve mekân olarak yakınlık, ashabı ile içli dışlı olma ve onlardan rivayette bulunma itibariyle Ebu Hanife’yi diğerlerinden çok daha iyi tanıyacağını belirterek kendi düşüncesini şöyle ifade eder:  “Bu konuda, Ebu Hanife’nin vefatından asır veya asırlar sonra doğmuş Buhari ve ona tabi olanların sözü değil, İbn Maîn’in sözü geçerlidir. Yahya b. Maîn konuştuğu zaman Buhari, Müslim, Nesâî, İbn Adiyy, Dârekutni ve diğerleri susar. Çünkü bunların hepsi, İbn Maîn’in rical konusunda emsalsiz olduğuna şahittik etmişlerdir.” (30)

İmam Kadı Kudat Taceddin es-Subki eş-Şafii Cem’ul Cevami’ adlı usulu fıkıh kitabının sonlarında (31) şöyle demiştir :’’Biz inanıyoruz ki; Ebu Hanife,İmam Malik,İmam Şafii ve A.B.Hanbel,Süfyan,Evzai,İshak b. Rahuye , İbn Cerir ve diğer Müslüman imamlar (önder alimler) , akait ve diğer ilimlerde Allah’ın hidayeti üzerinedirler.’’ (32)

Münekkit alimler ile önde gelen muhaddisler onun hadis öğrenmeye önem verdiğini, bu amaçla yolculuklara çıktığını ve bu uğurda nice sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını anlatmışlardır.(33)

Hafız Hatîb Târîhu Bağdât’ında Ebu Mutî’den de şunu nakletmektedir: “Ebû Hanife bize şunu anlattı: Emîrulmüminîn Ebû Ca’fer’in huzuruna girdim. Bana “Ebû Hanife! İlmi kimlerden aldın?” diye sordu. Ben de “Hammâd vasıtasıyla İbrahim en-Nehaî’den aldım. O da Ömer b. el-Hattâb, Ali b.Ebî Tâlib, Abdullah b.Mes’ûd ile Abdullah b.Abbas’ın öğrencilerinden almış.”dedim. Ebû Ca’fer “Bravo, aferin Ebû Hanife.Öğrendiklerini iyi ve mübarek insanlara dayandırarak sağlam bilgi almışsın.” Dedi.(34)

Ebu Cafer Şirazi , Şakik Belhi’den ‘’Ebu Hanife insanların en alimiydi.’’ Sözünü aktarır. (35)

Abdullah İbn Mübarek şöyle demiştir :’’ Küfe’ye gidip buranın en bilgini kimdir diye sordum.Hepsi birden İmam Ebu Hanife cevabını verdi.’’ (36)



Ebu Hanife’yi Cerhedenler

Ebu Hanife düşmanlığının  sebepleri nelerdir ?



1-Ebu Hanife’nin , ameli imandan bir cüz olarak görmeyişi bir sebepti.Oysa İmam Buhari böyle düşünmüyordu.Ona göre iman ‘söz ve fiildi.’ (37)

2-‘’Kur’an mahluktur/yaratılmıştır.’’ sözünü ona isnat etmek ve böylece ona kafirlik suçlaması yapmak. A.B.Hanbel’in dediği gibi ‘Kur’an Allah’ın ilmindendir ve Allah’ın ilmi mahluk değildir.’’ Kur’an mahluk değildir.Konu ile ilgili iki yön vardır ; 1-Ebu Hanife’nin muradı ,Kur’an Allah’ın ilminde Allah ile kaimdir ve bu mahluk değildir.2-Şuan Mushaflarda yazılı olan,dillerde okunan ve zihinlerde ezberlenmiş olan  ise mahluktur çünkü bu,mürekkep ve kağıt ile oluşmuştur ki bunlar mahluktur.Böylece Ebu Hanife’ye ikinci düşünceyi çarpıtarak yakıştırdılar,iftira attılar.Oysa o , bu düşünceye karşıydı. (38)

3-Diğer sebep de sıfatlar meselesidir.Sahih olmaktan uzak olan bir takım haberler rivayet edilmiştir.Bu haberlere göre Ebu Hanife alemlerin ilahını cisim olarak görmüştür. (39)

4- Tehânevî ,Ebu Hanife’ye yöneltilen cerhlerin neredeyse tamamının sebebi , neye dayandığı açıklanmadığını ifade ederken (40) İbn Abdilber bunun sebebini beyan etmiştir;  “Ebu Hanife’den rivayette bulunarak onun güvenilir olduğunu söyleyenler ve onu methedenler, onun aleyhinde konuşanlardan daha çoktur. Hadisçilerden onun aleyhinde konuşanlarsa çoğunlukla onu reye (ictihada) dalmakla, kıyasla ve irca ile ayıplamıştır.Hadisçiler Ebu Hanife’yi kötülemek konusunda ileri git-tiler ve haddi aştılar.” (41)

5- Buhari , Nuaym b. Hammad’ın çağdaşıydı ve onun Ebu Hanife hakkında hikayeler uydurduğunu,bunların yalan olduğunu ileri sürmüştü.Belki de Buhari’nin Ebu Hanife’ye karşı olan bu tutumunun sebebi buydu.(42)

6-Abdul Fettah Ebu Ğudde diyor ki :’’ Bana öyle geliyor ki asıl sebep şudur ; Buhari hadis ve eser ağırlıklı bir fakihtir.Böylece ondan ‘iman,kavl ve ameldir.’diye rivayet edilmiştir.Ebu Hanife ise rey ve fıkıh ağırlıklı bir muhaddistir.Bu yüzden ondan ‘iman,kavl ve ameldir.’ görüşü değil de ‘İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. Görüşü aktarılmıştır.’ (43) A.B.Hanbel’in dediği gibi İmam Şafii gelip ara buluculuk yapana dek ehli rey ile ehli hadis arasında lanetleşme söz konusu olmuştur. (44)

7- Sahih hadise karşıydı iddiası.



Cerh edenler

1-Ca’fer b. Muhammed es-Sâdık (Ö. 148)

Ebu Hanife’nin hocalarındandır.Önceleri onu tadil etmiş sonra ise  cerh etmiştir.Sebep olarak fazlaca rey ediyor oluşunu göstermiştir.(45)

2-Evzâî (Ö. 157)

Sahih hadise muhalefet ettiğini iddia etmiştir. Evzâî ile Ebu Hanife ve öğrencileri arasında ilmi çekişmeler olmuştur;

“es-Siyerü’s-Sağîr” isimli kitabın İmam Muhammed (Ebu Hanife’nin öğrencisi) tarafından yazıldığını duyduğunda ;

“Iraklılar nerede, bu konuda bir kitap yazmak  nerede (!)” diyerek onları küçümsemiştir.(46)

İmam Muhammed Evzai’nin bu sözünü duyunca kızar ve cevap olarak  “es-Siyerü’l-Kebîr’i” tasnif eder.(47)

Ebu Hanife sünnete karşı mıydı ? Ebu Hanife’nin geride bıraktığı eserlere bakmak gerekir.Ondan kaldığı kesin olan eserlerin başında öğrencileri gelir.Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in kitapları sünnete karşı nasıl bir tavır sergilemiştir ?Konuyla ilgili bir örnek vermekle yetineceğiz ;

Ebu Yusuf demiştir ki: “Bir kimse diğeri aleyhine dava açsa ve delil getirse, Ebu Hanife bu konuda şöyle der: (Davacı için) şahitlerin yanı sıra bir de yemin etmeniz gerekli değildir çünkü Resulullah (s.a.v.) den bize:  “İspat edici delil (beyyine) getirmek davacıya, yemin ise iddiayı reddedene düşer.” (48) hadisi ulaşmıştır. Allah’ın Resulünün davacı üzerine koymadığı bir yükümlülüğü biz koyamayız.Ayrıca Ebu Hanife’ye nispet edilen Vasiyye ve Fıkhu’l Ekber’in hadis içeriyor oluşu,Ebu Hanife’nin hadise karşı olmadığını göstermektedir.Kaldı ki hadise,sünnete karşı olan birini milyonlarca insan takip eder mi ?

3-Süfyân Sevrî (Ö. 161)

Sevri’nin de Ebu Hanife’yi cerh ettiği çeşitli kitaplarda yazılmıştır lakin bu haberler güvenilir değildir.Güvenilir olan haber,onun Ebu Hanife’yi tadil edişidir.Nitekim Sevri şöyle demiştir : ‘’O,yer yüzü ehlinin en iyi fıkıh bilginidir.’’ (49)

4- Kadı Şerik b. Abdillah (Ö. 177)

Şerik’e sorulur. Ebu Hanife’yi niçin tövbeye çağırdınız ? Şerik: “Küfürden ötürü.” der. (50) Tarihu Bağdat’ta yer alan bu rivayet, Kevseri tarafından senet ve metin yönünden tenkit edilmiştir çünkü Şerik, Ebu Hanife’nin vefatından 5 yıl sonra Küfe kadılığına getirilmiştir.Bu durumda kadı olarak onu tövbeye davet etmesi imkansızdır.

5- Mâlik b. Enes (Ö. 179)

Bir rivayette İmam Malik,Ebu Hanife’yi kastederek:  “Dinde hile yaptı.” Demiştir. (51)

Muvatta şarihi Baci bu tür rivayetlerin sahih olmadığını yazmıştır. Malik’in, Ebu Hanife’nin ashabından olan Abdullah b. Mübarek’e karşı gösterdiği ikram ve hürmet meşhurdur. (52)

7- Muhammed b. İdris eş-Şâfii (Ö. 204)

“Ebu Hanife’nin reyini sihirbazın ipine benzetiyorum. Şöyle çekersen sarı, böyle çekersen yeşil gelir.” Bu ve benzeri pek çok söz İmam Şafii’ye atfedilmiştir lakin bu sözlerin aslı yoktur.Nitekim Şafii , fıkıh konusunda herkesi Ebu Hanife’nin çocuğu  saymıştır.Böylesine bir övgüde bulunan birinin aynı zamanda ona böyle yakışıksız sözler söylemesi çelişki olurdu.İmam Şafii şöyle demiştir ;

الناس في الفقه عيال على أبي حنيفة

“İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife’ye muhtaçtır./ennasu fil fikhi iyalun ala ebi hanife” (53)

8- İbn Ebî Şeybe (Ö. 235)

Ebu Hanife’nin 125 hadise muhalif olduğunu ifade etmiştir.Musannef’inde

’’İmam Azam’a reddiye kitabı/Kitabu’l Red ala Ebi Hanife’’ başlığını kullanmıştır.(54)

Muhammed Zahit el-Kevserî, İbn Ebi Şeybe’ye reddiye yazmıştır.(55) Kevseri ,müctehitlerin seçim yaptığını ve çeşitli rivayetler içinden Ebu Hanife’nin seçim yaptığını ifade etmiştir.Bir başka müctehit de Ebu Hanife’nin tercih dışı gördüğü hadisleri tercih etmiştir.Bu seçimlerin müçtehide göre farklı olması onların hadise muhalif olduklarına hükmetmeyi gerektirmez. Zira bunlar ictihadî meselelerdir.Kesinlik arz etmez.

Ebi Şeybe, Ebu Hanife söylemediği halde bazı şeyleri ona isnad etmiştir.Ebi Şeybe”Ebu Hanife’nin, namazlar kazaya kalınca ne ezan okunur ne de kamet getirilir.” dediğini naklederek, hadise muhalefet ettiğini belirtir. Halbuki İmam Muhammed’in Asâr’ında kaza namazının gerekli olduğu yazılıdır.”Biz bunu kabul ederiz, Ebu Hanife’nin görüşü de budur.” demiştir.

9- Ahmed b. Hanbel (Ö. 241)

Ahmed b. Hanbel “ehl-i reyden hadis rivayet olunmaz.” demiştir. (56)

10- Buhârî (Ö. 256)  Ebu Hanife’nin mürcieye mensup  olduğunu, rey ve hadisinin dikkate alınmayacağını ifade etmiştir. (57)

“Süfyânı Sevrî’nin yanında idim. Ebu Hanife’nin ölüm haberi geldi. Süfyân: “Elhamdülillah! O İslâmı ilmek ilmek çözen birisiydi. İslamda ondan daha uğursuz biri doğmamıştır.” Dedi. (58) Süfyan’dan nakledilen bu haberi tenkit eden Kevseri, Sevrî’nin böylesine bir cümle kurmuş olması düşünülemez der ve senette bulunan Nuaym b. Hammad’ın varlığının, bu haberin reddi için yeterli olduğunu belirtir. (59) Çünkü Nuaym, Ebu Hanife’yi kusurlu gösteren hikâyeler uydurmakla itham edilmiştir. (60) Nitekim ona göre, Buhari’nin Ebu Hanife’ye cephe alışının başlıca sebebi onun, Nuaym b. Hammad’la olan arkadaşlığıdır. Bu yüzden Buhari, Nuaym’ın Ebu Hanife’ye karşı gösterdiği şiddetli taassuptan etkilenmiştir. (61)

İbn Haldun der ki:

“Bazı aşırı gidenler ve hasetçiler, müçtehitlerden bazılarının hadis bilgisinin yeterli olmadığını ve bu yüzden rivayetlerinin az olduğunu söylerler. Büyük imamlar hakkında böyle bir kuruntuya mahal yoktur. Çünkü şeriat, kitap ve sünnetten alınır. Hadisten yeteri kadar nasibi olmayanın, dini sahih asıllarından ve ahkamı onu tebliğ edenden almak için, hadis talebi ve rivayetinde ciddî ve bu konuda süratli olması gerektiğinde şüphe yoktur. Rivayeti az olanlar, haberlerdeki bazı ta’nlar ve tariklerindeki bazı illetler yüzünden rivayeti azaltmışlardır… İmam Ebu Hanife de rivayet ve tahammülünde gösterdiği şiddet ve titizlik yüzünden az rivayet etmiştir. Rivayeti az olduğu için hadisi de az olmuştur. Haşa, hadis rivayetini kasten terk etmemiştir. Mezhebinin, hadis imamları arasında itimat edilir bir mezhep oluşu, rivayetleri ret ve kabul yönünden, onun değerlendirmesine itibar edilmesi, onun hadis ilminde büyük müçtehitlerden olduğuna delalet eder.” (62)

Buhari’nin şeyhlerinden Yahya b. Adem: “Numan, beldesinin bütün hadislerini topladı. Peygamber (s.a.v.) den ne alındıysa sonuna kadar inceledi” demiştir. (63)

11- Müslim b. Haccac

12- Ebu Zur’a er-Râzî

13- İbn Kuteybe

14- Nesâî

15- Ukaylî

16- İbn Ebî Hatim er-Râzî

17- İbn Hıbban

18- İbnAdiyy

19- Dârekutnî

20- Ebu Nuaym el-Isfahânî

21- Beyhakî

22- Hatîb Bağdadî

“Hatib’in sözlerine aldanma. Zira onda Ebu Hanife, Ahmed ve ashabı gibi bir grup ulemaya karşı aşırı asabiyet vardır. Her yönden bunlara hücumda bulunmuştur.”(64)

23- Cüveynî

Rivayete göre Cüveyni şöyle demiştir : ‘’Hadis alimlerinin Ebu Hanife’ye bakışı aşikardır.Onların bu bakışının temelinde ,Ebu Hanife’nin fazlaca kıyas yapması ve böylece haddi aşması yer alır.’’

Allame Suyuti cevaben ‘’ Ebu Hanife’nin kıyası, kıyas edilen ile kendisine kıyas yapılan (mukisun aleyh)arasındaki alaka ile kaimdir.Bu anlayış doğaldır ve bu kıyas kişiyi hadden çıkarmaz.(65)

Rivayete göre Cüveyni ‘’Ebu Hanife’nin ictihatları kitaba , sünnete , eserlere ve imamların icmasına aykırıdır.’’ Demiştir.

Allame Suyuti cevaben ‘’Cüveyni’nin bu görüşünde olmaktan Allah korusun.Böyle bir şeyin mümkün olması imkansızdır.Hangi usule aykırıymış?Şüphe yok ki Ebu Hanife’nin usulu kitap,sünnet,icma ve kıyastır. Ümmetin icması Ebu Hanife’nin alim bir adam olduğunu,insanların arasında Allah’ın indirdiği ile hüküm verdiğini tekit eder.Ona karşı yapılan bu ithamın esası yoktur.Cüveyni böyle dememiştir. ‘’ der.(66)

24- Gazâlî

“Ebu Hanife,müçtehit değildir çünkü lügat (Arapça) bilmiyordu. O, hadisleri de bilmiyordu. Bu yüzden zayıf hadisleri kabul edecek, sahihleri reddedecek kadar cüretkârdı. Bizatihi anlayış sahibi biri de değildi, fakat akıllı geçinirdi.”  Gazali,bu cümleleri kurarken kendi mezhep imamımın onun hakkında söylediği “insanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.” Sözünü unutmuş olmalıdır.(67) Gazali’nin daha sonra bu düşüncesinden döndüğü anlaşılmaktadır.Nitekim , İhyâu Ulûmiddîn adlı eserinde Ebu Hanife’den övgüyle bahsetmektedir.(68)

25- İbnü’l -Cevzî

26- Fahreddîn Râzî

İbn Hibban “Kitabu’l-Mecrûhîn” adlı eserinde Ebu Hanife aleyhinde şöyle demiştir: ‘’Hadis bilgisi zayıf ve rivayet ettiği 130 hadisin 120’sindeki hata etmiştir.’’ (69) Muhakkik  Abdul Fettah Ebu Ğudde , İbn Hibban’ın bu sözlerine karşı çıkmış ve İbn Hibban’ın bu sözlerinin hatalı olduğunu beyan etmiştir. (70) Muhakkik  Abdul Fettah Ebu Ğudde  şöyle demiştir:’’Buhari,Ukayli,İbn Hibban,Hatib,İbn Cevzi gibi, küçük bir grup Ebu Hanife’yi dini konusunda itham ettiler. Ebu Hanife’nin şeriati ve sahibini hafife aldığını iddia ettiler.’’ (71)



Elbani’nin Ebu Hanife’ye karşı tutumu

Elbâni, yoldan saparak Ebu Hanife’ye saldırmıştır. Onun hafızası ve ilmi hakkında konuşmaya başlamış, zayıf biri olduğu iftirasında bulunarak hafıza zayıflığıyla suçlamış, zabt ve ezberlemesinin olmadığını iddia etmiştir.

“Yıldız doğduğunda her belde halkından afetler uzak tutulur.” hadisini değerlendirirken şöyle demiştir:“Bu hadis zayıftır. Bu isnadın ricali sikadır ancak Ebû Hanife fıkıhta çok yüksek bir konumda bulunmasına rağmen Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Adiy ve diğer hadis imamları onu hafızası açısından zayıf kabul etmiştir. Bu nedenle İbn Hacer Takrîb’de onun terceme-i halini verirken sadece  ‘meşhur bir fakihtir.’ demiştir.’’ (72)

Elbânî’ye sormak durumundayız: Ebû Hanife, İbn Hacer (İbn Hacer el-Askalani’nin tutumunu herkes önemsemektedir çünkü hadis alanında otoritedir.) nezdinde zayıf biri olarak kabul ediliyorsa, o zaman niye zayıf biri olduğunu dile getirmedi de “meşhur bir fakihtir.” demekle yetindi? Oysa Takrîb’in mukaddimesinde şöyle bir açıklaması vardır: “Ben bu kitabımdaki her bir şahıs için, haklarında söylenen en doğru ve en adil değerlendirmeyi kapsayan hükmü en veciz ifade ve işaretlerle vereceğim.” Elbânî herhangi bir usul kitabında “meşhur bir fakihtir.” sözünün ‘zayıf biridir.’ anlamında kullanıldığını gösteren açık bir ifade veya imaya rastladıysa bunu bizlere göstersin.

Ravinin fakihlik ve meşhur biri olarak takdim edilmesi, acaba onun zayıflığına ve terk edildiğine mi delalet eder, yoksa onu tanınmazlık ve kapalılık durumundan şöhrete ve tanınıp bilinmeye mi çıkarır? Ayrıca bu tanınma ve şöhret onun ilmini ve azametini ifade etmez mi?Oysa Hz. Peygamberden şöyle bir sahih hadis gelmektedir: “مَنْ يُرِدِ اللَّهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ /Allah bir kulu için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar.” (73) Fıkıhtan sonra istenip talep edilecek başka bir hayır var mı? Elbânî’nin “İbn Hacer Takrîb’de onun hakkında sadece ‘meşhur bir fakihtir.’Demiştir .’’ sözüne gelince, bu sadece bir iftira ve yalandır!

Hafız İbn Hacer eserin iki yerinde Ebû Hanife’nin imam olduğunu dile getirmiştir. Takrîb’in künyeler bölümünde “Ebû Hanife Numan b. Sabit. Meşhur imam” derken, Nûn harfinde de “Numan b. Sabit el-Kûfî. Ebû Hanife. İmam. Aslen Farslı olduğu söylenmiştir. Keza Teym Oğullarının mevlâsı (onların himayesinde) olduğu da söylenmistir. Meşhur bir fakihtir. Altıncı tabakadandır. Sahih olan görüşe göre, 150 yılında 70 yaşında vefat etmiştir.” der

Cerh tadil kitaplarında bir insan hakkında yalın ifadeyle ‘imam’ denir ve bu kelime başka bir kelimeyle kayıtlandırılmazsa, bunun anlamı şudur: İmam, bir ravinin güvenilir olduğunu belirtmede kullanılan ifadelerin en üstünüdür ve sika, mutkin, sebt, adi gibi güvenilir olduğunu belirten sözlerden daha yukarı bir dereceyi gösterir.Ancak, insan büyük imamlar hakkında konuşmaya başladığı zaman, üzerine gazap iner ve aklı başından giderek her şeyi birbirine karıştırır… (74)

Ey mutaassıb Elbânî! Gözlerini açıp da  bir bak: Eşsiz insanlardan biri olan, İbn Uyeyne’nin hocası, güvenilir, doğru, zâhid, âbid, emin İnsan Hureybî ne demektedir: Ebû Hanife’nin aleyhinde konuşan insanlar hasetçilerle cahillerdir. Bu hasetçi ve cahillerin İmam hakkında söylediklerine sakın kanma.Elbânî akıl sahibi kimselerden olmuş olsa, burada onun için ibret alınacak bir durum vardır.

İbn Maîn, Ebû Hanife için ‘güvenilir bir insandı. Sadece ezberlediği hadisleri naklederdi, ezberlemediklerini nakletmezdi’ demiş, İbn Hacer de bunu nakledip katılmış ve tenkit etmemiştir. Bu durumda, nasıl olur da İbn Hacer, Ebü Hanife muhaliflerinin cerhedici ifadelerinin tesirinde kalmıştır sanılabilir? Elbânî’ye ne oluyor da bu açık ve net ifadeyi kavrayamıyor? Onun bu sözü görüp anlamasına mani olan tek şey, Ebû Hanife’ye karşı olan taassubu ve derin kinidir.(75)



İmam Buhari (Muhammed bin İsmail bin İbrahim bin Muğire el-Buhari) , Ebu Hanife için ne demiştir ?



a- Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhari , İmam Ebu Hanife hakkında kötü konuştu ve onu cerh etti. (76)

Buhari şöyle demiştir ; ‘’İmam Azam iki defa küfürden/kafirlikten tövbe etmeye/dönmeye çağrılmıştır.İslam dünyasında ondan daha şerli biri doğmamıştır.’’(77)

Buhari , Zuafau's sağir,s.240



b- ‘’Ebu Hanife hadiste kavi/güvenilir  değildir.’’ (78)

c- İmam Buhari , İmam Azam için dipnotta belirtildiğine göre şöyle demiştir :’’ İmam Azam Mürcie mezhebindendi.’’ (79)

d- İmam Buhari , Sahih’inde  yaklaşık 25 konunun ardından ilgili bapların  tercümesinde

‘’ قال بعض الناس /İnsanlardan biri dedi / bazı insanlar dedi…’’ diye yazmıştır.İspatlanamamasına rağmen bu yazılarının tamamında ‘insanın biri’nden kastın Ebu Hanife olduğu kanısı meşhur olmuştur.Buhari’nin bu tutumu kesindir lakin bu tabirinden kimi kast ettiği kesin değildir. (80)



İmam Muhammed Enver Şah Keşmiri , Feyzu’l Bari ala Sahih’l Buhari adlı eserinde (81) ‘Bazı insanlar’ diye geçen her tabir ile Buhari , Ebu Hanife’yi kast etmemiştir.Bazı insanlar tabirinden kimi zaman Şafii’yi kimi zaman İsa b. Eban kimi zaman Muhammed b.Hasan,Züfer b.Hüzeyl’i kast edilmiş olmalıdır.Ayrıca Buhari’nin bu yazısı , onları reddettiği anlamına da gelmiyor.Nitekim bazen de ‘bazı insanlar…’ dedikten sonra onların görüşünü kabul ediyordu.’

Keşmiri’nin El Örfü’ş-şezî’de belirttiğine göre 22 yerde Buhari ‘Bazı insanlar…’ tabirini kullanmıştır. Abdul Fettah Ebu Ğudde ilgili konunun bir numaralı dipnotunda bu konuda tereddüt olduğunu ifade etmiş ve diğer görüşleri sıralamıştır; 22,24,25 kez Buhari’nin bu sözü kullandığı söylenmiştir.Bunlar ilgili kitapta tek tek sayılmıştır.(82)

Biz  bu tabirlerin nerede geçtiğine dair bir kaç örnek vermekle yetineceğiz ;

1-Buhari,el-Camiu’s Sahih,Kitabu’z Zekat’ta demiştir.

2- Buhari,el-Camiu’s Sahih,Kitabu’l hibe’de 2 kez demiştir.

3- Buhari,el-Camiu’s Sahih,Kitabu’ş Şehadat’ta  demiştir.

4- Buhari,el-Camiu’s Sahih,Kitabu’l Vasaya’da  3 kez demiştir.

5- Buhari,el-Camiu’s Sahih,Kitabu’t Talak’ın Lian babında demiştir.



Buhari’nin ‘Bazı insanlar’ tabiri ile kendisiyle yanı görüşü paylaşmayanları ifade etmiştir.Bundan ne anlamalıyız ?

Buhari ve benzerleri müctehittir.Onların , diğer müctehitleri taklit etmesi gerekmez çünkü müctehit olmak taklit yerine ictihat edip kendi görüşüyle amel etmenin yolunu açar.Hepside hak dairesi içerisindedir.İsabet ettiler veya hata ettiler ama sonuçta onlar ictihat ettiler.(83)

Keşmiri ,Feyzul Bari’de (84)İmam Buhari’nin , Hanefi fıkhı ile pek çok konuda aynı görüşe sahip olduğunu ifade eder.Keşmiri , birisi ‘Buhari’nin Hanefiler ile aynı görüşü paylaştığı konular , muhalet ettiği konulardan daha fazladır dese yalan söylemiş olmaz.’ Der.Aynı görüşlere örnek olarak şunları verebiliriz ;

a- Temizlik : Köpeğin artığı , muvalat (abdeste ard arda yıkamanın gerekli olup olmayışı) ,meninin necis oluşu ;

b –Namaz : Tekbirin gerekli oluşu,namazda iftitah tekbiri,vitir vaciptir,vitir 3 rekattır.Küsüf (güneş tutulma) namazında tek ruku vardır.İki namazın cem edilmesi…(85)



Hatib el-Bağdadi’ye ait olan ‘Tarihu Bağdat’taki rivayetler ve bunlara cevaplar



1-İddia:  Ebu Hanife  Hıristiyan bir babadan doğdu.

Cevap

Bu rivayetin senedinde yer alan ‘Osman b.Seid’ rivayeti kabul görmeyen bir kişidir.Ebu Hanife de babası da İslam üzere doğmuştur.Asla dedeleri arasında Hıristiyan olarak bilinen birisi yoktur. (86)



2-İddia:  Ebu Hanife Nahiv/Arap grameri bilmezdi.

Cevap

Bu rivayetin senedinde geçen İbrahim el-Harbi’nin ‘Ebu Hanife ilk başta nahiv öğrenmek istiyordu.’ Demesi ,bu rivayetin merdut olmasına yeterli delildir nitekim bu zat  285 yılında vefat etmiştir.Yani aynı çağda yaşamadıklarından dolayı Ebu Hanife’nin böyle dediğini, bir başkasından değil de direk kendisinden duyduğunu iddia etmesi  kabul edilemez.Dolayısı ile bu rivayet maktu’dur.Maktu haber onların görüşüne göre merduttur.(87)



3-İddia :   وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ  ‘’… namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.’’ (88)

لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ   ‘’ İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için…’’ (89) Ebu Hanife bu iki ayeti inkar ederek kafir olmuştur çünkü o , imanın artmayacağını ve eksilmeyeceğini iddia etmiştir.Ayrıca namazın Allah’ın dininden olmadığını iddia etmiştir.

Cevap : Ebu Hanife , ameli imanın aslî rükünlerinden görmezdi.İman , kesin bir inançtır.Bu yüzden noksanlığı ve ziyadeliği kabul etmez. Bu görüş,ehli sünnetin cumhurunun/çoğunluğunun görüşüdür. (90) Buna da ‘el-İmanu en tumine billah../İman ,Allah’a inançtır.’ Hadisine dayandırmıştır.(91)



4-İddia:  ‘’Ebu Bekir Sıddık ile Şeytan’ın imanı birdir,aynıdır.İblis de Ebu Bekir (r.anh) da ‘Ya Rabbi/Ey Rabbim.’ Demiştir.’’

Cevap : Bu iddianın senedinde yer alan Fezari bu sözünden dönmüştür.İbn Ebi Hatim’in el-Cerh ve’t Ta’dil kitabına bakılabilir.İbn Sa’d’in Tabakatu’l Kübra’sında belirttiği gibi ‘’Fezari hadis konusunda çok hata yapardı.’’ Aynı durumu İbn Kuteybe de el-Mearif’te belirtmiştir.(92)



5-İddia:  Ebu Hanife’ye soruldu ; Babasını öldürüp annesi ile evlenen ve babasının başında şarap içen adam hakkında ne dersin ?Ebu Hanife dediki o kişi mümindir.Ebu Hanifenin bu açıklamasının ardından orada bulunan önde gelen imamlar şöyle dedi: İbn Ebi Leyla , Ebu Hanife için ‘Sonsuza dek senin şehadetini kabul etmeyeceğim.’ Süfyanı Sevri de Ebu Hanife için ‘Seninle ebedi olarak konuşmayacağım.’ Hasan b.Salih de ‘Yüzüm senin yüzüne haramdır.Ebedi olarak senin yüzüne bakmayacağım.’

Cevap :

Bu rivayetin senedinde bulunan Tahir b. Muhammed meçhuldür.(Bu durum,bu rivayetin kesinlik arz etmeyeceğine delildir.) Diğer ravi Veki’ ise Ebu Hanife’nin arkadaşlarındandır.Bu konuda böyle kötü bir söz aktarması sahih değildir ancak bası beyinsizler o demiş gibi bunu aktarmıştır.Bu rivayet sabit değildir,yapaydır.Sonra mümin helal saymadıkça büyük günah işlese de ehli sünentin itikadına göre iman dairesinden çıkmaz,mümin olmaya devam eder.(93)



6-İddia:  Ebu Hanife şöyle demiştir :’’Cehm b. Safvan’ın eşi bize gelip kadınlarımızı edeplendirdi.’’

Cevap

Bu rivayetin reddine dair şunu söylemek yeterli olur ‘ Bu rivayetin senedinde Zünbur adlı kişi var.Bu kişi hakkında İmam Buhari ‘zâhibul’l-hadîs/Hadisleri zayıftır’ demiştir.Nesai ‘Sika/güvenilir değil’ demiştir.Ebu Hatim ‘Metruk’ demiştir.Bu haberde inkita (raviler arası kopukluk) , mektrukül hadis ve meçhul raviler vardır.Ali b. Usman ile Zünbur görüşmemiştir. (94)



7-İddia:  Kur’an mahluktur diyen ilk kişi Ebu Hanife’dir.

Cevap

Herkesin bildiği gibi bu sözü ilk söyleyen kişi  Ca’d b.Dirhem’dir.Sonra  Cehm b.Safvan sonra Bişr b.ğiyas’tır.İbn Ebi Hatim’in Kitabu’r Red ale’l Cehmiyye kitabında ve Alkai’nin Şerhu’s Sünne’sinde ve diğer kitaplarda bu belirtilmiştir. (95)



8-İddia:  İslam’da Ebu Hanife Deccalinden daya büyük fitne bilmiyorum.

Cevap

Senette geçen Ebu Mufazzal Şeybani’nin yalanına dair hadis kritikçileri arasında ittifak vardır.(96)



9-İddia:  Evzai dedi ki ; ‘’Müslümanlar içerisinde Ebu Hanife’den daha fazla dine zarar veren biri doğmadı.’’

Cevap

Bu haberin senedinde Muhammed b. Kesir var.Ahmet gerçekten de onu zayıf görmüştür. Ebu Hatim ise ben onu sika/ güvenilir olarak görmüyorum demiştir.Böylece bu rivayet gözden düşmüştür.(97)



10-İddia:  Malik b. Enes (Maliki mezhebinin baş imamı), Ebu Hanife’yi dinsiz ilan etmiştir.

Cevap

Aynı şekilde bu rivayetin içerisinde yer alan raviler sika/güvenilir değildir.Ayrıca el-Baci , Muvatta şerhi Münteka’da ‘Malik , fukaha hakkında asla hiçbir şey dememiştir.’ Der.(98)



11-İddia:  İmam Şafii , Ebu Hanife’nin eshabının kitaplarına baktım orada 130 yapraklık bilgi gördüm.80 sayfası kitap ve sünnete zıttı.Ebu Muhammed ‘Çünkü dayandıkları asıl hatalıydı.’ Dedi.

Cevap

Bu söz kesinlikle İmam Şafii’ye ait değildir.Öyle ya

الناس في الفقه عيال على أبي حنيفة

“İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife’ye muhtaçtırlar./ennasu fil fikhi iyalun ala ebi hanife”  (99)

böyle dediği sabit olan birinin ‘Kur’an ve sünnete muhalifti.’ Demesi çelişik ifade olurdu.Öte yandan Hatib’in kendi kitabında İmam Şafii’nin Ebu Hanife için ‘Fıkıhta en güvenilir insandı.’ Böyle dediği yazılıdır. (100)  Hatib , kitabını yazarken kritik yapmadan,sadece yazmıştır.



12-İddia:  A.B.Hanbel’e Ebu Hanife sorulduğunda onun Müslümanların en kötüsü olduğunu söyledi.

Cevap

Hatib burada A.B.Hanbel’den 6 rivayette bulunmuştur.Rivayetlerde inkita ve meçhul ravi durumu vardır.A.B.Hanbel , Ebu Hanife hakkında böyle şeyler söylememiştir.Nitekim belirtildiği üzere ‘A.B.Hanbel çok az konuda Ebu Hanife’nin kitaplarına muhalif görüş sergilemiştir.O kadar muhalif görüş Şafii ve diğerlerinde de vardır.Her imamın bir birine zıt görüşleri vardır.125 konuda A.B.Hanbel , Ebu Hanife’nin görüşleriyle aynı kanıdadır.(101) Şerhu Muhtasarı Ravza’da ,Hanbeliler’in Usulu’nde Hanbeli alim şöyle denilmiştir: ‘’Allah’a yemin olsun ki ben Ebu Hanife’nin kendisine yapılan ithamlardan beri olduğunu görüyorum.O ancak açık deliller ile ictihat yapmıştır.Delilleri insanların elinde mevcuttur.Doğru ictihat yaptı ise 2 ecir , hatalı ise tek ecir almıştır. (102) Kendisine dil uzatanlar ya hasetlerinden ya da ictihat alanındaki cahilliklerinden bunu yapmıştır.İmam Ahmet , Ebu Hanife’yi meth etmiş,onun hakkında güzel konuşmuştur,sahih olan budur.(103)



13-İddia:  Ebu Hanife , zina ve  faizi helal görürdü.

Cevap

Bu haberin senedi hezayan doludur. Muhammed b. Nasr b.Ahmet b.Nasr b.Malik el-Kati’i , bu çok yalancıdır.Yalancı olduğu Hatib’in Tarihu’l Bağdat’ında da geçmektedir. (104) Zaten ilginç olan da yalancı olduğunu yazdığı birinin rivayetini aktarmasıdır! Senette geçen diğer ravi Halid b.Yezid b.Ebi Malik el-Dımaşki de yalancı ravidir.Nesai ve A.B.Hanbel sika değil demiştir.Nitekim Zehebi Mizan’da ‘Hatib’in ,böyle asılsız senetleri aktarırken aklı ve dini neredeydi?’ demiştir. (105)



14-İddia:  Ebu Hanife’ye imamlar lanet ederdi.

Cevap

Tam metin ‘’Kanet’il eimmetu tel’anu eba felanin ala haze’l minberi ve eşara ila minberi dımaşk.’’ Asıl metin burada bitti.Gerisi yorumdur.Yani bu sözden kastın Ebu Hanife olduğuna dair bir delil yok,asıl sözde Ebu Hanife geçmiyor.’’Sonra biri dedi ki (falancadan kasıt) o Ebu Hanife’dir.’’ Asıl metinde Ebu Hanife geçmemektedir.Hiç bir delil olmadan kast edilen kişinin Ebu Hanife olduğu ileri sürüldü.Orada asıl lanet edilen kişi Ali b. Ebi Talib (kerramellahu vecheh) idi.Bu laneti yasaklayan,durduran kişi Ömer b. Abdül Aziz (r.anh)’ dir. Öte yandan Ali b. Ebi Talib’e lanet ediliyorsa varsayalım ki Ebu Hanife’ye de lanet edildi.Ne çıkar ? (106)



15-İddia:  Ebu Hanife Yahudi’dir.

Cevap

Bu rivayetin senedinde yer alan raviler güvenilir değildir.Darif b. Abdullah el Mevsili zayıftır.Darekutni zayıf demiştir. (107)



İbn Hacer el- Heytemî şöyle demiştir: “Bil ki Hatîb, böyle davranmakla Ebu Hanife’nin mertebesini düşürmek, ona bir noksanlık izafe etmek amacını gütmemiştir. Bunun delili Ebu Hanife’yi methedenlere öncelik vermesi ve bu rivayetleri, daha öncekilerde görülmeyen şekilde çoğaltmış olmasıdır. Bir kimse hakkında söylenen her şeyi toplamak tarihçilerin âdetlerindendir.

Ebu Hanife aleyhindeki rivayetlerin isnatlarında yer alan ravilerin genellikle cerh edilmiş veya meçhul olduğunu belirterek:  “Bu kabil rivayetlerle herhangi bir Müslüman’ın namus ve şerefine tecavüz icmaen caiz değilken, nasıl olur da Müslümanların imamlarından bir imama tecavüz caiz olur?” (108)



Ebu Hanife hadis ilmini ne kadar bilirdi ?

Ebû Davud, Tirmizî, Hâkim, Beyhakî, İbn Abdilber, İbnu’l-Kayyım ve İbn Kesîr gibi hadis tenkidinde mütehassıs olan alimler, İmam Ebû Hanife’nin cerh-tadil, hadislerin sıhhatini ve illetini tespitte diğer münekkit hadis alimleri gibi sözüne itibar edilen meşhur hadis imamlarından biri olduğunu kabul etmiştir.(109)



Ebû Hanife şöyle demiştir : “Câbir el-Cu’fî’den daha yalancı, Atâ’dan da daha faziletli birini görmedim.” Ebû Saîd es-Sağânî Ebû Hanife’nin yanına varıp  “Sufyânu’s-Sevrî’den hadis alma hususunda ne dersiniz?” diye sordu. O da şu cevabı verdi: “Ondan yaz. Çünkü o sika bir kimsedir. Ancak, İbn İshak’ın Hâris’ten naklettikleriyle Cabir el-Cu’fî’nin hadislerini alma.” İmam Şafii’nin de şöyle dediği söylenir: “Haram b. Osman’dan rivayet etmek haramdır.” (110)

Ebu Davut Sicistani : “Allah Mâlik’e rahmet etsin. O imamdı. Allah Şafiî’ye rahmet etsin. O da imamdı. Allah Ebû Hanife’ye rahmet etsin. O da imamdı.’’(111)

tirmizinin değerlendirmesinden bir bölüm s25

Tirmizi : “Bu konuyu anlayamayan bazı kimseler raviler hakkında konuşan hadisçileri ayıplamışlardır. Oysa tabiîn imamlarından birçoğunun raviler hakkında değerlendirmelerde bulunduğunu görmekteyiz. Örneğin, Hasan Basrî ile Tâvûs, Ma’bed el-Cuhenî hakkında konuşmuşlardır. Keza Saîd b. Cubeyr, Talk b. Habîb hakkında, İbrahim en-Nehaî ile Âmir eş-Şa’bî de Haris el-A’ver hakkında konuşmuşlardır.



Eyyûb es-Sehtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et-Teymî, Şu’be b. el-Haccâc, Sufyan es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Evzâî, Abdullah b. Mübarek, Yahya b. Saîd el-Kattân, Vekî’ b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî ile diğer ilim erbabının raviler hakkında değerlendirmelerde bulundukları ve onları zayıf gördükleri rivayet edilmiştir.En iyisini Allah bilir, bize göre onları böyle davranmaya sevk eden şey müslümanlara nasihat etme, doğruyu gösterme düşüncesidir. Yoksa bundan, insanları suçlamayı ve gıybetlerini yapmayı amaçladıkları sanılmasın.’’ (112)



Şemsu’l eimme Serahsî Usûlu’l-Fıkh’ında şöyle demektedir: “İmam Ebû Hanife kendi döneminde hadisi en iyi bilen insandı. Ravinin hadisi hakkıyla zabtetmiş olma şartını aradığından dolayı naklettiği hadisler az olmuştur.” (113)

Kâsâni de, Bedâiu’s-Sanâi’ adlı eserinde şöyle demektedir: “Ebu Hanife hadis sarraflarından idi. Onun takip ettiği metot şuydu: Haberleri vahid de olsalar kıyasa tercih ederdi. Aradığı şart ravinin adil olması, bu yönünün açıkça bilinmesiydi.” (114)

Suyuti:  Kitabını tanıtırken şöyle diyen Suyuti , “Hadis hafızlarını içeren ‘Tabakâtu’l-Huffâz’ adlı bu kitap, Nebevî ilmi taşıyan, adil kabul edilmiş, ravilerin güvenilir veya zayıf kabul edilmesinde keza hadislerin zayıf veya sahih sayılmasında değerlendirmelerine müracaat edilen kişilere yönelik bir çalışmadır…”   sonra Tabakâtu’l-Huffâz adlı eserinde Ebû Hanife’yi zikretmiştir. (115) Hadis ilmi ile tüm dünyada tanınan Hafız Suyuti, Ebu Hanife’yi o kitabından zikretmesi , Ebu Hanife’nin hadis alanındaki konumunu gösterir.



Acluni:

acluni den bir bölüm

Ebû Hanife hafız, hüccet ve fakih bir insandı. Çok hadis rivayet etmemişti çünkü ravilerle, hadis alımıyla, rivayetlerin kabulüyle ilgili koyduğu şartlar ağırdı.Ebû Hanife’nin, bu işin üstadı olduğu, büyük ilim merkezlerindeki imamlarından keza hadis hafızlarının önde gelenlerinden biri olduğu bir gerçektir. Hadis ilmiyle meşgul olan bir insanın Ebû Hanife’yi bilmemesi düşünülemez. O, ravilerin güvenilir veya zayıf kabul edilmesinde, hadislerin sahih veya zayıf diye değerlendirilmesinde görüşlerine müracaat edilen zevattandır. O Kitap ve sünneti en iyi bilenlerden biridir. (116)



Zehebî:  Sahabe döneminin sonuna doğru ravileri cerh eden ilk insanları şöyle sıralar;

1- Şa’bî.

2- İbn Sîrîn ve diğerleri.

3- Ebû Hanife “Cabir el-Cu’fî’den daha yalancı birini görmedim” dedi.

4- A’meş bir gurup ravinin zayıf, diğer bir gurubun da güvenilir olduğunu belirtti.

5- Şu’be bazı ravileri tenkid etti.

6- Malik de aynı şeyi yaptı.”  (117)



Sehâvi: Hafız İbn Hacer’in öğrencisi Abdurrahman es-Sehâvî şöyle demektedir;

“Zehebî’nin belirttiği gibi, sahabeden bir topluluk rical tenkidinde bulundu. Bunlardan sonra Şu’be, İbn Şîrîn gibi tabiînden bazı insanlar rical tenkidinde bulundular. Ancak tabiîn içinde bu işi yapan insan sayısı fazla değildi. Çünkü hadisleri alınan zevat içinde zayıf raviler azdı. Zira o dönemdeki ravilerin çoğu adil sahabilerdi. Birinci asır geçip ikinci asır girince, yüzyılın başlarında, tabiînin orta yaş gurubundan bir gurup ravi zayıf kabul edildi. Bunlar hadisleri almalarındaki ve zabtetmeîerindeki kusurlarından dolayı zayıf sayıldılar. Bunların mevkuf hadisi merfu olarak naklettiklerini, çok defa aradaki raviyi atlayarak Hz. Peygamberden direk hadis rivayet ettiklerini, bunun yanında bir takım hatalarının daha olduğunu görürsünüz. Ebû Harun el-Abdî bunlardan biridir.

Tabiînin döneminin sonu olan hicri 150’ye doğru, imamlardan bir topluluk ravilerin güvenilir veya zayıf oldukları hususunda değerlendirmelerde bulunmaya başladılar, örneğin Ebû Hanife şöyle dedi: “Cabir el-Cu’fî’den daha yalancı birini görmedim.” A’meş de bir gurup raviyi zayıf olarak değerlendirdi, bir gurubun da güvenilir olduğu-nu söyledi. Şu’be de ravileri o derece inceliyor ve titiz davranıyordu ki, neredeyse sika olmayan hiç kimseden hadis rivayet etmiyordu. Malik de böyleydi.”  (118)



Hafız Abdulkadir Kureşî : “İmam Ebû Hanife’nin cerh-tadildeki tespitlerine itibar edilir. Bu ilmin bilginleri onun bu alandaki değerlendirmelerini almışlar ve uygulamışlardır. Tıpkı İmam Ahmed, Buhârî, İbn Maîn, İbnu’l-Medînî ve diğer bu işin üstadı olan kimselerden aldıkları gibi. (119)

İbn Hibbân: Ebu Hanife şöyle demiştir : “Karşılaştığım kimseler içinde Atâ’dan daha faziletli birini görmedim. Keza karşılaştığım kimseler için Cabir el-Cu’fî’den daha yalancı birini görmedim. Kendi reyime göre söylediğim her meselede bana bir hadis zikretti. Ayrıca iddiasına göre, yanında henüz aktarmadığı şu kadar bin hadis varmış.” bu sebepten ötürü Ebû Hanife Cabir el-Cu’fî’yi cerh ediyor ve yalancı biri olduğunu söylüyordu.” (120)



Sünnetin Kısımları Ve Ona Uymanın Hükmü

Hanefi usulcülere göre sünnet, iki çeşittir:

  1. Uyulması hidayet, terki dalalet olan sünnet (Sünnetü’1-Hüdâ/Müekket ve ğayri müekket sünnet)

  2. Uyulması güzel, terki mubah olan sünnet ki o da Sünnetü’z-Zevâittir. (121) Ebu Hanife, zayıf hadisin reyden evlâ olduğu görüşündedir.(122)

Ebu Hanife ve öğrencileri hadisleri tercihe ederken şunları kriter olarak görürdü ;

1-Kur’an’a uygunluk.

Bir rivayet Kur’an’a ters ise Ebu Hanife onu kabul etmezdi.Örnek :

Ebû Mukâtil (öğrenci): “Mümin zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi, imanı da çıkarılır, sonra tövbe edince iman kendisine iade edilir.” (123) hadisini rivayet eden kimseler için ne dersiniz? Eğer tasdik ederseniz Haricîlerin (Ameli imandan cüz gören ve büyük günah işleyenin kâfir olduğunu iddia eden bir mezheptir.) prensiplerini kabul etmiş olursunuz. Onların görüşlerinden şüphe ederseniz, Haricîlerin prensiplerinde de şüpheye düşmüş ve ifade ettiğiniz haktan rücû’ etmiş olursunuz. Eğer, râvilerin sözünü tekzip edecek olursanız, onlar da sizi Hz. Peygamber’in sözünü yalanlamış olmakla suçlarlar. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’e ulaşıncaya kadar, bu hadisi muteber kişilerden nakletmişlerdir.

Tekzip etmek, ancak “Ben Hz. Peygamber’in sözünü yalanlıyorum,” diyen kimsenin yalanlamasıdır. Lâkin bir kimse “Ben Hz. Peygamber’in söylediği her şeye iman ederim, fakat o kötülük yapılmasını söylemedi, Kur’ân’a da muhalefet etmedi” derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamber’i ve Kur’ân-ı Kerim’i tasdik etmesi; Allah’ın Resulünü, Kur’ân’a muhalefetten tenzih etmesidir. Eğer, Hz. Peygamber, Kur’ân’a muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle belirtilir: “Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiçbiriniz de buna mâni olamazdı.” (124) Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina eden kadın ve erkek..” (125) ayetinde zina eden erkek ve zina eden kadından iman vasfını nefyetmemiştir (kaldırmamıştır). Keza, “Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de..” (126) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (127) buyurmaktadır. (128)

2- Akla uygunluk.

3- İnsana verilen değer

4- Maslahata uygun olanı tercih.

5- Maksada uygun olanı tercih.

6- Örfe uygunluk.

7- Zamanla ortaya çıkan gelişmeleri dikkate alış.  (129)



Sonuç

Ebu Hanife dindardı.Hadisleri kabul ederdi.Büyük hadis alimi,fıkıh alimi ve akait alimiydi.Hakkındaki suçlamaların tamamı hatalıdır. Kendisine karşı ciddi suçlamalar olsa da alimlerin çoğunluğu tarafından övülmüştür.Hakkındaki suçlamaların ‘rivayet zincirlerinin kimisinde zayıflık kimisinde  asılsızlık’ söz konusudur.

_________________

DİPNOTLAR

1-DİA,C.10,S.131;Bağdadî,Tarihu Bağdat,13,330; İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s.191-246,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb; Ravzu’l Ezher fi Fıkhi’l Ekber,s.6,Daru Beşairu’l İslam,1.Baskı,1998,Beyrut;Vehbe Süleyman ,Ebu Hanife el-Numan imam eimmeyi fukaha,s. 47,5.Baskı,1993,Daru’l Kalem,Beyrut; Ebu Zehra,Ebu Hanife,s.14,Daru’l Fikr;Zehebi,Menakibu’l İmam Ebi Hanife,s.13, Tahkik: Muhammed Zahid el-Kevseri,Haydarabad-Hindistan

2-Mu’cemu’l Musannifin,2, 11

3-Mu’cemu’l Musannifin,2,11

4-Vehbe Süleyman,Ebu Hanife el-Numan imam eimmeyi fukaha,s.47,5.Baskı,1993,Daru’l Kalem,Beyrut

5-Bağdadî,Tarih,13,328

6-Bağdadî,Tarih,13,330;Zehebî,Siyer,6,403

7-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.37

8-DİA,C.12,S.544

9-DİA,C.10,S.134

10-Prof.Dr.Y.Nuri ÖZTÜRK,Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü İmamı Azam Ebu Hanife -Esas Fikirleri Gölgelenen Önder,s.75

11-İmam Buhari,Sahih,Kitabu’l İman,Daru İbn Kesir,Beyrut,2002,1.Baskı

12-Fıkhı Ekber şerhi,Molla Aliyyül Kari,s.77,Daru Kutubi’l Arabiyyeti’l Kübra,Mısır; Fıkhı Ekber şerhi (Ravzul Ezher),s.250-255,Daru Beşairi’l İslamiyye,1.Baskı,1998) Aynı bilgi (imanın artıp eksilmez oluşu),Ebu Hanife’ye nispet edilen el-Vasiyye’de de geçmektedir. (Baberti şerhi,s.141,1.Vasiyet,Daru’l Feth,1.Baskı,2009

13-DİA,C.10,S.134

14-DİA,C.10,S.134

15-DİA,C.10,S.134

16-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.32-33,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990; Bu hadisleri İbn Abidin’in Reddü’l Muhtar ale’d Dürri’l Muhtar adlı eserinde de görmekteyiz.

17-Buhari,Sahih,4,1858,Daru İbn Kesir,Kitabu’t Tefsir,Süratu’l Cumua,373;Müslim,Sahih,4,1973,44,Kitabu fezaili sahabe,59,rakam 2546-231;Kenzül ummal,12,91,rakam 3413,Daha fazlası için bk. Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.32-33,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990; Müslim  : لَوْ كَانَ الدِّينُ عِنْدَ الثُّرَيَّا لَذَهَبَ بِهِ رَجُلٌ مِنْ فَارِسَ، أَوَ قَالَ: مِنْ أَبْنَاءِ فَارِسَ حَتَّى يَتَنَاوَلَهُ  A.B.Hanbel : لَوْ كَانَ الْعِلْمُ بِالثُّرَيَّا لَتَنَاوَلَهُ أُنَاسٌ مِنْ أَبْنَاءِ فَارِسَ  Sahih,İbn Hibban : لَوْ كَانَ الْعِلْمُ بِالثُّرَيَّا، لَتَنَاوَلَهُ نَاسٌ مِنْ أَبْنَاءِ فَارِسٍ İbn Ebi Şeybe,Musannef : لَوْ كَانَ الدِّينُ مُعَلَّقًا بِالثُّرَيَّا لَتَنَاوَلَهُ نَاسٌ مِنْ أَبْنَاءِ فَارِسَ  ; Kevseri Tenibul Hatib’te ‘’ Çeşitli tariklerin oluşu bu hadisin bir aslının olduğunu gösterir. ‘’bk. s.61

18-el-Veciz fi akideti’s Selefi’s Salihin,1.Baskı,Memleketü’l Arabiyyetu’s Suudiyye,h.1422;Daha geniş bilgi için bk. Mevsuatu’d Difa’ an Resulillah,4,139 ; Şerhu kitabi’t Tevhid,1,265 ; El-Müstahrec ale’l Müstedrek,1,15; Es-Subki,Mana Kavlil İmamil Muttalibi; Muhammed Zahid el-Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irâk ve Hadisuhum ,s.56,tahkik : Allame Muhaddis fakih Abdul Fettah Ebu Ğudde,Mektebetu’l Ezher,2002;Aynı cümle İmam Şafii’ye de 4 mezhep imamına da izafe edilmiştir..Bk.İbn Hacer el-Askalani,Fethul Bari,2,630,Daru Tayyibe,1.Baskı,2005

19-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.104

20-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.33-34,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990;İbn Haldun,Mukaddime,410-412,Daru Şube

21-Kenzül ummal,9203;Taberani , Mucemul Kebir,10,90;İbn Mace;Beyhaki,Sünen-i Kübra;Ebu Yala,Müsned

22-Taberani,Mucemul Kebir,6,230/17,227-228

23-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.35-36,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990;İbn Haldun,Mukaddime,410-412,Daru Şube

24-Müslim,Sahih,3,1506,kitabul imare,38

25-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.36,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990;İbn Haldun,Mukaddime,410-412,Daru Şube

26-Tehânevi,Kavâid,37

27-Te’nîb,33; el-İntika 122-137

28-Suyûti, Tabakâtu’l-Huffâz,73;İbn Hacer,Tehzîbu’t Tehzîb,10,450

29-İbn Abdilberr, Camiu beyanil ilm ve fezlih,2,148,149

30-Tehânevî, Kavaîd,194 -Ebu Gudde’nin notu-

31-2,441

32-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,S.248,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

33-Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, VI/392. Beyrut-1405,3.Baskı;Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik : Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.16

34-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik : Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.19-20

35-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.7,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990

36-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.7,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990

37-Buhari,Sahih,kitabul iman,ilk konu,Daru İbn Kesir,1.Baskı,Beyrut,2002

38-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s.380-382,1990; Vehbe Süleyman,Ebu Hanife el-Numan imam eimmeyi fukaha,s. 213,5.Baskı,1993,Daru’l Kalem,Beyrut

39-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s.380-382…Daha fazlası için bk. Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.380,1990

40-Tehânevi, Ebu Hanife, 24

41-İbn Abdilber, Camiu Beyani’l İlm Ve Fezlih,2,148-149

42-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,S.279,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

43-Vasiyyet,1,s.141,Daru’l Feth,tahkik : Baberti

44-Tertibu’l Medarik,1,91 ve 3,181; İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,S.280,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

45-Bağdadî, Şerefu Ashâbil Hadis,76

46-Ebu Yusuf,er-Redd,2 -Afgani’nin girişi-

47-Ebu Yusuf,er-Redd,2-3 -Afgani’nin girişi-

48-Buhârî,Rehn,6; Tirmizî,Aĥkâm, 12

49-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.17,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990

50-A.B.Hanbel, Kitabu’l-İlel,2,224

51-İbn Hanbel,Kitabu’l-İlel,2,189

52-Bâcî,el- Müntekâ,7,300

53-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s. 269,1990;Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik : Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.113 ; el-Futuhâtu’r-Rabbaniye, II/155-6 ,bâbu tekbîrati’l-ihrâm; Zehebi,Menakibu’l İmam Ebi Hanife ve Sahibeyhi Ebi Yusuf ve Muhammed b. Hasan,Tahkik : Muhammed Zahid el-Kevseri ; İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s.246,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb;  النَّاسُ عِيَالٌ عَلَى أَبِي حَنِيفَةَ فِي الْفِقْهِ rivayeti de vardır.

54-Musannef,Mektebetu’r Rüşd,2004

55- en-Nüketü’t-Tarife E’t-Tahaddüs an Rudûdi İbn Ebi Şeybe Ala Ebi Hanife,Mektebetü’l Ezheriyye,2000

56-A.İbn Hanbel, Kitabul-İlel ve Marifeti’r r-Ricâl,1,272

57-Buhari, Tarihu’l Kebir,8,81

58-Buhari, et-Tarihu’s-Sagir,2,100

59-Kevserî,Te’nîb,48,72,111

60-Kevserî,Te’nîb,48

61-Tehânevî,Kavâid,232,1 numaralı dipnot,Kevseri

62-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.7,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990;İbn Haldun,Mukaddime,410-412,Daru Şube

63-Tehânevî, Ebu Hanife, 12

64-Leknevî,er Ref,77

65-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.25,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990

66-Suyuti,Tebyizu’s Sahife bimenakibi Ebi Hanife,s.25-26,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.Baskı,1990

67-الناس في الفقه عيال على أبي حنيفة   “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife’ye muhtaçtır./ennasu fil fikhi iyalun ala ebi hanife” (Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s. 269,1990;Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik : Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.113 ; el-Futuhâtu’r-Rabbaniye, II/155-6 ,bâbu tekbîrati’l-ihrâm; Zehebi,Menakibu’l İmam Ebi Hanife ve Sahibeyhi Ebi Yusuf ve Muhammed b. Hasan,Tahkik : Muhammed Zahid el-Kevseri ; İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s.246,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb)

Gazâlî’nin, bu kitabı gençlik yıllarında yazdığı, sonradan Ebu Hanife hakkındaki görüşlerini değiştirdiği belirtilmiştir.( Heytemî, el-Hayrâtu’l-Hısân,26

68-İhyâu Ulûmiddin,1,25-26

69-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,S.233,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

70-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,S.233,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

71-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,S.247,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

72-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,S.120

73-Buhari,ilim,13 (71 numaralı hadistir.);Müslim;İbn Mace;A.B.Hanbel;Darimi,Sünen;İbn Hibban,Sahih

74-Tehzîbu’t Tehzîb, 10,452;Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik : Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.120-122

75-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.124

76-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s. S. 278,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb; Zeylai,Nasbu’r Raye,1,355-356;Keşmiri,Feyzul bari,1,169

77-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s. S.281,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb;Buhari,Kitabu’z Zuafau ve’l Metrukin (zuafu’s Sağir)

78-Buhari ,Zuafau’s sağir,s.240,Daru’l Marife,Beyrut,1986

79-Dipnotta konu şöyle devam eder ; ‘’Esasında Mürcie olup olmaması uzun ve tartışmalı bir konudur.Kitabımızın konusu da bu değildir.Mürcie ikiye ayrılır.Ebu Hanife ,öğrencileri ve şeyhleri sapık olan Mürcie kolundan değildi.’’ Buhari , Zuafau’s sağir,s.241’in dipnotu, Daru’l Marife,Beyrut,1986;

Mürcie kelimesi lügatte iki anlama gelmektedir.Mürcie, “geriye bırakmak, geciktirmek”   ile  “ ümit etmek” anlamlarına gelen “recâ” kelimesinin ismi fâil kalıbındandır.(İbn Manzur, Lisanu’l Arap, Daru’l-Maarif,Thk.Abdullah Ali el-Kebir, Muhammed Ahmed, Haşim Muhammed eş-Şazelî, c.III, Mısır tarihsiz,s.1604-5)   ‘İrcâ’ diye if ’al babından geldiğinde  ‘ümit vermek’ anlamına  gelmediği ifade edilmiştir. ( DİA, 32, s. 41) Değişik tanımlar olmakla birlikte şu tanım daha uygun görünmektedir.İrcâ; “Amelleri imandan veya inançtan sonraya bırakmaktır.’’ (Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, Litera Yayıncılık, Çev: Mustafa Öz, İstanbul 2011, s. 129) Ebu Hanife de ‘’ İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir.’’ (el-Vasiyye şerhi,Baberti,s.141,Daru’l Feth,1.Vasiyet) Dediği için bazı çevreler onu mürcie olarak lanse etmiştir.

80-İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s. S.278-279,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb;Buhari’yi reddeden Hanefi muhaddisler vardır.Bk.’Bağzu’n nas fi def’i’l vesvas,Matbaa,el-Hind,1308.Bk.İkazu’l Havas fima kalehu bağzu’n nas.Bu konuya Umdetu’l Kari’de B.Ayni de değinmiştir.

81-3,54,kitabu’z zekat,rikaz babı

82- Abdülgani el-Meydânî ed-Dımeşkî,Keşfu’l-iltibas Ammâ Evredehu’l-Buhârî alâ Bâzı’n-Nâs,s.7-8,Tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,1.Baskı,1993

83-Abdülgani el-Meydânî ed-Dımeşkî,Keşfu’l-iltibas Ammâ Evredehu’l-Buhârî alâ Bâzı’n-Nâs,s.61,Tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,1.Baskı,1993

84-4,45-46

85-Daha fazla örnek için bk. Abdülgani el-Meydânî ed-Dımeşkî,Keşfu’l-iltibas Ammâ Evredehu’l-Buhârî alâ Bâzı’n-Nâs ,s.10-11,Tahkik : Abdul Fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,1.Baskı,1993;

Sayfa 71’den itibaren ‘bazı insanlar’ tabirinin kullanıldığı yerler ve bundan kastın kimler olabileceği ele alınmıştır.Bk.Abdülgani el-Meydânî ed-Dımeşkî,Keşfu’l-iltibas Ammâ Evredehu’l-Buhârî alâ Bâzı’n-Nâs ,Tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,1.Baskı,1993

86-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.35-36,1990

87-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.44, 1990

88-Beyyine,5

89-Fetih,4

90-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.81,1990

91-Buhârî, iman, 37; İmanın artıp eksilebileceği yönündeki görüşler de genelde amelin imandan cüz olup olmaması ile ilgilidir.Amel,imandan cüzdür diyenler alimlerin ‘iman azalıp artabilen bir şeydir’ dediğini görmekteyiz ve bu konuda da bir hayli ihtilaf mevcuttur. (İbn Battal’ın kendi şerhinde belirttiğine göre ‘ ehli sünnetten bir guruba göre iman kavl ve ameldir ve artabilir ve eksilebilir.’’ İmam Malik’ten aktarılan bir görüşe göre ‘iman azalmaz çünkü azalırsa şüphe doğar ve islam dairesinden çıkılmış olunur.’ Abdurrezzak’ın rivayetine göre ‘ Süfyan-ı Sevri,Malik b. Enes,Ubeydullah b. Ömer , Evzai,İbn Atiyye imanı kavl ve amel olarak tanımlar ve azalıp çoğalacağını söylemişlerdir.’Bu görüş, İbn Mes’ud,Hasen el-Basri,Ata,Abdullah İbn Mübarek ve Mücahit’e aittir.Bk.Nevevi,el-Minhac şerhu sahihi Müslim,c.1,s.146,1.Baskı,1929,el Matbaatu’l Misriyye bi’l Ezher; İmam Azam’a göre iman artmaz ve eksilmez.İmam Şafii’ye göre ise artar ve eksilir.İmam Şafii’nin imanın artmasına yönelik delili Feth süresi 4 . ayet ve bir benzeri olan Enfal 2. Ayettir.İmam Şafii,hadisten delil olarak İshak b. Rahuye’nin Müsned’inde (3,671) geçen bir hadise ve Buhari,44;Müslim,193 hadislerine dayanmıştır. Bk.Nesefi,Bahrul Kelam,156-157,Daru Ferfur,2.Baskı,2000 ; İmam Azam,bir şeye olan inanç artmaz ve eksilmez fakat yakinilik açısından artma ve eksilme söz konusu olur.Bk.el-Ravzu’l Ezher fi Fıkhi’l Ekber,s.255,Daru Beşairu’l İslam,1.Baskı,1998,Beyrut; Nesefi,Temhids.384’te belirtildiğine göre iman artmaz ve eksilmez.) Esasen bu konu ehli sünnet arasında daha çok lafzi ihtilaf nedeni ile vuku bulmuştur.( İman kelimesinin manasının tefsiri hususunda ihtilaf çıktığından azalıp artma konusu gündeme gelmiştir.Kim iman tasdik ve ikrar ve ameldir derse imanın ziyadeliğini ve noksanlığını kabul etmiş olur.İman tasdikten ibarettir diyen için ise durum bunun zıttınadır.Nesefi,Temhid likavaidi’t Tevhid,s.384,1.Baskı,1986,Kahire

92-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s. 81-83,1990

93-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.90-95,1990

94-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.96-97,1990

95-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.105-106,1990

96-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.221,1990

97-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.217-218,1990

98-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.228-230,1990

99-Muhammed Zahid el-Kevseri,Te’nibu’l Hatib,s.269,1990;Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.113; el-Futuhâtu’r-Rabbaniye, II/155-6 ,bâbu tekbîrati’l-ihrâm; Zehebi,Menakibu’l İmam Ebi Hanife ve Sahibeyhi Ebi Yusuf ve Muhammed b.Hasan,Tahkik: Muhammed Zahid el-Kevseri; İbn Abdil Ber,el-İntika fi fezaili’l eimmeyi selaseti’l Fukaha,s.246,tahkik: Abdul Fettah Ebu Ğudde,1997,1.Baskı,Matbuatu’l İslami,Haleb

100-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s. 269,1990

101-bk.Camiu’l Mesanid,1,67

102- Müelllif, bu yazısını bir hadise dayandırmıştır. إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ  / “İctihadı ile hükmeden kadı isabet ederse iki ecir vardır. İctihadı ile hükmedip hata ederse bir ecir alır.” Bk.Buhârî, el-İ’tisâm, 21; Müslim, Akdiye, 15; Ahmed b. Hanbel,3, 187;Beyhaki,Sünen-i Kübra;İbn Hibban,Sahih;Taberani,Mucemul Sağir…

103-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s.276,282  1990

104-3,321 ; Târîhu Bağdâd’da Hatîb’in bazı mezheplerin tanınmış şahsiyetleri aleyhindeki rivayetlere yer vermesi o mezhep taraftarlarının ağır tenkidine uğramıştır. Bu sebeple Zehebî, Hatîb’in bu rivayetleri eserine almamış olmasını temenni etmiştir. (A’lâmü’n-nûbelâ\XVIII, 289) Öte yandan Târîhu Bağdâd’da Ebû Hanîfe’nin biyografisine en geniş yeri ayıran (XIII, 323-454) Hatîb el-Bağdâdî, onun hayatı ve menâkıbına dair çeşitli bilgiler verdikten sonra Ebû Hanîfe’nin aleyhindeki nakilleri sıralamıştır. Ancak Hatîb’in güvenilir olduğunu söylediği bu nakillerin bir kısmının, Târîhu Bağdâd’da biyografilerini verirken ağır şekilde tenkit ettiği kimseler tarafından rivayet edilmesi söz konusu haberlerin esere sonradan eklendiği şüphesini uyandırmaktadır. Şüphe uyandıran diğer bir husus da Ebû Hanîfe aleyhindeki rivayetlerin Târîhu Bağdâd’ın bazı nüshalarında altıda bir oranında daha az veya daha çok sayıda bulunmasıdır.Ebû Hanîfe aleyhindeki rivayetlere eserinde yer vermesi sebebiyle Hatîb’e çeşitli devirlerde reddiyeler yazılmıştır;



1-Hanbelî iken Şâfiîliğe geçmekle suçlayan, hatta bilgisizlik, tarafgirlik ve dindar olmamakla itham eden İbnü’l- Cevzî’nin iki cüzden ibaret es-Sehmü’l- muşîb fî’r-red ‘ale’l-Hatîb adlı eseri.



2-el-Melikü’l- Muazzam’ın yazmış olduğu Kitâbü’r-Red ‘alâ Ebî Bekr el-Hatîb fîmâ zekere fî Târîhihî fî tercemeti’l- imâm sirâci’l-ümme Ebî Hanîfe en-Nucmân b. Sâbit adlı eser.



3-Ebü’l-Müeyyed Muhammed b.Mahmûd el-Hatîb el-Hârizmî,Camiu’l Mesanid adlı eserinin mukaddimesinde hasetçi diye andığı Hatîb’in iddialarını reddetmiştir.



4-Kevseri’nin  Te’nîbü’l-Hatîb calâ mâ sâkahû fî tercemeti Ebî Hanîfe mine’l-ekâzîb adlı eseri. Tenkitlerini Târîhu Bağdâd’dan alıntı yaptığı 150 noktada toplamıştır.Bk.DİA,c.16,s.452-455

105-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s.282-283,  1990

106-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s. 284-285, 1990

107-Muhammed Zahid el-Kevseri, Te’nibu’l Hatib,s.288,  1990

108-el-Hayrâtul-Hısân,76; Vehbe Süleyman ,Ebu Hanife el-Numan imam eimmeyi fukaha,s. 219,5.Baskı,1993,Daru’l Kalem,Beyrut

109-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik : Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,S.32

110-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.22

111-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,S.21

112-Tirmizî, 13,305-9 (Arızatu’l-Ahvezî ile birlikte) ,Mısır,1352

113-Usûlu’l-Fıkh,1,350,Daru’l Kutubi’l Arabi,1372

114-Bedâiu’s-Sanâi’ , 5,188,Mısır,1328

115-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,S.62

116-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.68;er-Risâletu’l-Aclûniyye,s.4-6,Mısır-1322

117-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.69-70

118-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.70-71;Fethu’l-Muğîs bi Şerhi Elfiyyeti’l-Hadîs, s. 479,Hindistan/Leknev-Envâr Muhammedî baskısı

119-Muhammed Abdur Reşid el-Numani,Mekanetu’l İmam Ebi Hanife fi’l Hadis,Muhakkik: Abdu’l fettah Ebu Ğudde,Matbuatu’l İslami,Haleb,s.71-72

120-Sahihi İbn Hibbân,3,273,Dâru’l-Kutubi’l İlmiyye,Beyrut

121-Serahsî, Usul,1, 114,Daru kutubil ilmiyye,Beyrut,1.B,1993

122-Tehânevî,Kavâid,59

123-Ebû Dâvûd, Sünnet,15; Tirmizî,İman,11

124-Hâkka,45-47

125-Nur,2

126-Nisa,16

127-Nisa,80

128-İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme, Mustafa Öz, 2. Baskı, İFAV Yayınları, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s.24-25

129-İmam Ebu Hanife’nin hadis anlayışı ve Hanefi mezhebinin hadis metodu,s.87,doktora  tezi,tez sahibi;İsmail Hakkı ÜNAL,Tez danışmanı ;Prof.Dr.Talat KOÇYİĞİT,1979,Ankara





kaynak:http://ulumulislam.com/ebu-hanifeye-yapilan-elestirilerin-cevaplari/
Devamını Oku »