M.Kemal ve Mussolini Karşılaştırması

M.Kemal ve Mussolini Karşılaştırması

Mustafa Kemal’i Mussolini ile de mukayese faydalıdır.Bugün dünyada birkaç dikdatör var:Rusya’da Stalin.Bunu hesaba almayacağız.Çünkü komünizm mahsulüdür.Bu meslek gayri tabii,berbat bir idare şekli.

Diğeri İtalya’da Mussolini,İspanya’da Perimoderyuvera’dır.Daha sonra Yugoslavya kralı yaptı,söktüremedi,bugünlerde yine Millet Meclisini açmak üzre,İspanya dikdatörü de istifa ediyor

Kala kala dikdatör olarak yeryüzünde Mussolini ile bizimkisi kalıyor.Bu iki şahsın birine nispetle zihniyet,fiil ve mahiyetleri nedir..?

İtalya komünistler,sosyalistler elinde mahvolmak üzre idi.Mussolini bir isyan yapıp Roma’ya girdi.Hükümeti aldı.Bu muzır unsurları perişan etti,susturdu,fakat kimseyi asmadı,sokakta öldürmedi.

Bizimki ise çok asmış ve sokakta da cinayet işlemiş birisidir.Bizde millet istiklal için ayaklanmıştı.Bu gelip başına geçmiştir.

Mussolini hükümete geçince kuvvetli bir pençe ile idareyi eline aldı ve müstebidane hükümet ediyor.İkisi de müstebit;

Fakat bizimki ondan müstebit ve mülevves.

Mussolini alim bir adam.Merd,her işi merdçe yapıyor.

Bizmki işleri iğfal,entrika ile yapıyor.

Mussolini aile babası,bizimki aileden nefret ediyor.

Mussolini kadınlarda kısa etekleri yasak etti.

Bizimki herkeze medeniyet diye kısa etek giydiriyordu.

Mussolini padişaha hürmetkar.

Bu hergün padişahlar aleyhine nutuk söylüyor.Hatta Fatih,Yavuz gibilerine de dil uzatıyor.M.Kemal,mühim,alim,şair,hakim,fatih olan bu padişahların yanına varamaz.

Mussolini milli an’ane ve adetleri ihya ile meşgul.

Bizimki bunları yıkmakla zevk duyuyor.

Mussolini mesela eski Romalıların kol uzatarak yaptıkları temenna usulünü tatbik etti.Avrupa’da yok,bu geriliktir,vahşiliktir demedi.Bu adam İtalya’da yeni bir Roma İmparatorluğu kurmaktadır.

Bizimki Türklüğü bitiriyor,devleti ve milleti harsen de küçültüyor.Bütün milli adetlerimizi an’anelerimizi sildi.

Mussolini Vatikan’a kuvvet vermekte meşgul.

Bizimki Hilafet ılga etti.Dini yıkmakla meşgul.

Mussolini ölmüş İtalyan milletine can verdi.Onları kahraman yapıyor.Ümit vermiştir.

Bizimki milletin bütün maneviyatını kırdı,ümidini kesti,korkak ve meyus etti.

Mussolini İtalya’yı ilmen,iktisaden yükseltti.

Bizimki ilmi,mektepleri bitirdi..Cehle revaç verdi.Talebe çalışmıyor ”Gaye mevki,para değil mi çalışmağa ne lüzum var” diyor.Bu düstur oldu.Ve yine bizimki memleketi iktisadi büyük buhrana soktu.

Mussolini İtalya’yı imar ediyor.

Bizimkinin imar kaabiliyet ve kuvvetini numunesi Ankara’dır.Yazık milyonlarca masrafa.

Mussolini İtalyan parasını kuvvetlendirdi,tesbit etti.

Bizim paramız hergün düşüyor.Hasılı Mussolini birçok vekaletleri bizzat kendi idare ediyor,bizimki de öyle.

Biri memleket ihya ediyor,biri memleket yıkıyor.

Mussolini müstebitim,Millet Meclisi falan olmaz diyor.Merdçe söylüyor ve yapıyor.

Bizimki bu cumhuriyettir,demokratız,halk hakimdir,hakimiyet milletindir,millet emindir diyo,millete hakimiyetten bir incir çekirdeği bile vermiyor.

Eğer M.Kemal dikdatörülüğü,Mussolini dikdatörlüğü gibi olsaydı,böyle bir pederane müstebiti başımda taşırdım.

Kaynak:Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası – Rıza Nur s;287,288,289
Devamını Oku »

M.Kemal Devri'nin Tetkiki

M.Kemal Devri'nin Tetkiki

Devlet Harb-ı Umumî de mağlûp olmuş, düşmanları memle­keti işgal etmişler. Her şey yanmış. Taksim olunuyoruz. Millet telâşta, hele Ermeni ve Rum'dan fena korkuyorlar. Bunların ta­hakkümü herkesin izzetinefsine dokunuyor.

Nihayet millet kendisini müdafaa için bir bir kıyam etti. Çe­te teşkilâtına başladılar. Ermeniler, Fransızlar, Rumlarla vuruşu­luyor. Millî hareket taazzuv etti. İstanbul'da padişah düşmanlar­la beraber oldu. Hürriyet ve İtilâf Fırkası da âleti. Keza Çerkez-ler ve Abazalar da padişah taraftarı. Her yerde millî hareket aleyhine padişah kıyamlar yapıyor. Ordu yolluyor. İngilizler de kendilerine yardım ediyor. Bu harekette Damat Ferid Paşa ile Ali Kemal mühim şahsiyetlerdir.

Mustafa Kemal, Vahideddin'e kızgın. İntikam almak için mil­lî harekete iştirak ediyor. O esnada millî hareket Erzurum Kong­resini yapmakta. Mustafa Kemal derhal oraya gidiyor. Kendisini kongreye kabul etmek istemiyorlar. Entrikaya başlıyor. Bazıları­nı iğfal edip giriyor. Girince reis olmak istiyor. Yapmıyorlar. Hat­tâ yüzüne karşı söylüyorlar. Fakat o, reis olmağa da muvaffak oluyor. Kongre bitince Sivas'a geliyor. Orada Hey'et-i Temsiliye adında bir hey'et halinde çalışıyorlar. Rauf yanında. Daha orada aralarında niza var. Gerek Karabekir, gerek Rauf, Mustafa Ke­mal'in hırsından, ilerde milletin başına belâ olacağından korku­yorlar. Rauf onun reis olmasını asla istemiyor. Galiba kendi ol­mak fikrinde idi. Nihayet Hey'et-i Temsiliye Ali Fuad'ın himme­ti ile Ankara'ya gelip yerleşiyor.

Bu dakikaya kadar millî kıyamda Mustafa Kemal yoktur. Şimdi bunun başına oturmuştur.

Bu esnada intihap yapılıp, İstanbul'da bir Meclis-i Meb'usan açıldı. Bunu İstanbul Hükümeti yaptı. Mustafa Kemal buna razı olmadı. Kendisi reis olmağa çalıştı, olamadı. Bu Meclis büyük bir hizmet gördü ki, o da Misak-ı Millîdir. Mustafa Kemal bunu da kendi eseri diyor ama, Sivas'ta bu ad telâffuz bile edilmemiş­tir, Haberi yoktu. Ancak Meclis, Erzurum ve Sivas'taki esaslara istinat etti. Tay-ve ilâve yaparak misakı vücuda getirdi. Fransız­ca olarak bütün dünyaya tamim etti.

Bu Meclis çok vatanperver çıktı. Bunu gören İngilizler Mec­lisi bastılar, İstanbul'u resmen işgal altına aldılar. İş fena. Sevr muahedesi yapılmış. İmzası, Türkiye'nin imhası. İhtimal Mec­lise silâh altında bunu imzalattırırlar. Bu sebeple Meclis tâtil-i müzakere etti. Dağıldı. Meb'usların bir kısmı Anadolu'ya geçti. Bu müthiş tehlike bitti.

Anadolu'da yeni bir Meclis toplandı. Hükümet teşkil edildi. Artık Türkiye'de muhasım iki hükümet vardı. Bunlar silâhla, her şeyle çarpıştılar. İstanbul Hükümeti mağlûp oldu. Garpte Yunan ordusu, şarkta bir Ermeni ordusu vardı. Millî kıyam cen­dere arasında idi. Ermeniler hücuma hazırlanıyorlardı. Kâzım Karabekir, Ermeni ordusunu mahvedip Gümrü'ye kadar istilâ etti. Gümrü Muahedesi yapıldı. İşte bu vakte kadar en mühim iş gören Ali Fuad'la Karabekir'dir. Refet Paşa ile Çerkez Ethem'in de mühim hizmetleri vardır. Mustafa Kemal'in rolü hiçtir. Sade Meclisi Ankara'da toplayıp hükümet teşkil etmektir.

Mustafa Kemal'in en emin, en muti adamları Fevzi Paşa ile İsmet Bey'di. O, İsmet'le Harb-ı Umumî'de Suriye'de ve Şark cephesinde bulunmuş, Mustafa Kemal, İsmet'e "O iyi bir emir neferidir" diyordu. Fevzi de böyle idi. İşte bu iki adam bu mezi­yetleri ile en mühim mevkileri işgal ettiler. Onun biri sağ, diğer sol eli oldular. Her biri aynı zamanda Erkân-ı Harbiye Reisi, Or­du Kumandanı, Hey'et-i Vekile Reisi, Müdâfai Milliye vekili gi­bi birçok mühim mevkii birden de işgal ediyorlardı.

Mustafa Kemal kendisini Meclis ve Hükümet Reisi yapmıştı. İkisi üzerine de tahakküm ediyordu. Nihayet îsmet'i Ordu Ku­mandanı yaptı, Fevzi'yi de Erkân-ı Harbiye Reisi. Çetelerden kurtulup ordu vücuda getirildi. Moskova'da Ruslarla Moskova Muahedesi denilen muahede yapılıp dostluk peydah edildi. On­lardan birçok silâh, cephane ve para alındı. Ordu tanzim ve ade­di tezyid edildi. Bir taraftan da silâh ve cephane tedârik edildi. Afganlılar ile de Moskova'da bir muahede yapıldı. Yunanlılar Bursa'yı da adetâharpsiz işgal ettiler. İki defa İnönü'ne hücum ettilerse de bozuldular. Millî hareket aleyhindeki isyanlar tama- miyle bastırıldı.

Moskova Muahedesi maddeleri üzreUkranya, daha sonra müştereken Azarbeycan, Gürcü ve Ermenilerle Kars Muahedesi yapıldı.

Fransızlar ile Maraş ve Ayintap'ta şiddetli harpler oldu. Ni­hayet Fransızlar Adana'da mağlûp oldular. Ankara İtilâfnâmesi yapılıp Adana ve Maraş'ı tahliye ettiler.Yunanlılar Eskişehir-Afyon muharebesinde bizi bozdular ve perişan ettiler. Ordumuz pek mükemmel ve adetçe pek mükem­mel değilse bile düşmana müsavi idi. Kumandan İsmet idi. Bu mağlûbiyetin sebebi sırf İsmetin cehaletidir.

Yunanlılar Ankara üzerine yürüdü. Mustafa Kemal kaçmağa teşebbüs etti. Ordu enkazını Kızılırmak'ın arkasına almış, hükü­met merkezini Ankara'dan Kayseri'ye kaldırmak istedi. Meclis büyük bir şehametle bunun önüne durdu. Meclis orduyu bizzat kendi tedbirleri ile yeniden tensik etti. Sakarya'da düşman kar­şılandı. Uzun ve büyük bir muharebe oldu. Yunanlılar mağlûp olup perişan bir surette Eskişehir-Afyon hattına çekildiler.

Artık Mustafa Kemal de, İsmet de milletin gözünden düş- millerdi. Mahiyetleri meydana çıkmıştı. Sakarya harbi esnasın­da da Mustafa Kemal ordumuza ric'at emri vermişti. Bu da ken­disini milletin gözünden düşürmüştü. Millet Meclisi tamamıyla aleyhinde idi. Bilhassa İkind Grup namı ile bir grup teşekkül et­miş, Mustafa Kemal'e, İsmet'e hücum ediyorlardı. Bu muhalefe­ti imha için Mustafa Kemal Meclisi Topal Osman'a bastırmak is- tedi. Bunu yapamayıp sade meb'us Ali Şükrü'yü öldürttü.

Bu cinayet meb'uslara korku saldı. Kısmen sustular. Tuhaftır. Millî Kıyama ne kadar hizmet etmiş insanlar varsa hepsi Musta­fa Kemal'e muhalif idi. O da onları tepelemekle meşguldü. Mus­tafa Kemal, İsmet ve Fevzi vasıtası ile orduyu elinde tutuyordu. Ankara Polis Müdürlüğüne de birini koymuş, o da elinde idi. Et­rafında da iki tabur muhafız askeri vardı. Kendisini düşürmek mümkün değildi. Meclise, millete rağmen mevkide duruyordu.

Nihayet Yunan ordusuna hücum edildi ve denize döküldü. İzmir'e girildi. Vahideddin İstanbul'dan kaçtı.

Bu zafer üzerine Mudanya'da bir mütareke yapıldı. İtilâf devletleri Türkiye'yi Lozan'a sulh müzakeresine davet ettiler. Lozan Muahedesi, sulh yapıldı. İşgal kuvvetleri Türkiye'den git­tiler. Millet Meclisi padişahlığı ilga edip Abdülmecid'i halife in­tihap etti.

Artık harp bitmiş, sulh imzalanmış oldu.

Cumhuriyet ilân edilip, Mustafa Kemal Cumhurreisi oldu. Hey'et-i Vekile usulü kaldırılıp kabine usulü kondu. İsmet Baş­vekil oldu. Ankara Payitaht yapıldı.

Millet, matbuat hâlâ Mustafa Kemal'in aleyhinde idi. Musta­fa Kemal, Birinci Meclisi feshetmiş, ikinci bir Meclis toplamıştı. Bununla muhalefetten kurtulmamış, az zamanda bu Meclis de ekseriyetle muhalif olmuştu. Mustafa Kemal'in içkisi, din aley­hindeki harekâtı milleti pek ziyade gayrî memnun etmişti. Kürdistan isyanı oldu. Bu Mustafa Kemale iyi bir vesile idi. Takrir- i Sükûn adında bir kanun yapıp isyanı bastırdı. Aynı zamanda matbuatı imha etti. Bir çok masumu astı. Meclisi korkuttu. Yine hâkim oldu. Bu esnada İstiklâl Mahkemeleri kanlı bir faaliyet yapmış, Mustafa Kemal'in muhaliflerini imha etmiştir. Bunun çoğu kanunsuz, keyfî idi. Memleket bu suretle teröre, idare-i ör­fiye altına girdi.

Artık Mustafa Kemal'in korkusu yoktu. Keyfe, içkiye, servet yapmağa büyük bir mikyasta daldı. Her taraf şenlik, eğlence, bayram, balo içine daldı. Her gün merasim yapıyor, balolar ter­tip ediyor, eğleniyordu. .

Lozan Muahedesi ve sulh ile artık dahilî ve haricî dağdağalar bitmiş demekti. Mustafa Kemal millî kıyamın iptidasından beri zamirinde tuttuğu şeyleri tatbike başladı. Mahiyeti nedir fi'len görüldü.

Fevzi ile ordu, Ismet'le hükümet ve bütün kuvvetleri elinde idi. Soygunculuklarından, irtikâplarından dolayı vaktiyle feshe­dilen Müdâfaı Hukuk Cemiyetlerinden de Halk Fırkasını yaptı. Cebrî bir intihap ile tayin ettirdiği meb'uslarla, onları ikide bir İstiklâl Mahkemeleri ile korkutarak siyasî mekanizmayı da eline aldı.

Bu adam hilkaten gayet mütehakkim bir adamdı. Keyfî ida­reyi seviyordu. İzmir zaferine, Lozan'a kadar pek nüfuzu yoktu. Her istibdadım yapamıyordu. Artık mani kalmamıştı.

Evvelâ ricalde bir tasfiye yaptı. Plânı namuslular ile tatbik edilemezdi. Onları attı, idareden uzaklaştırdı. Kimine hapis, ki­mini İmha, hasılı namus, meşru idare mümessillerini perişan et­ti.

Bu olurken bir taraftan da bazı adamları etrafına topladı. Bunları seçme işinde cidden dirayet gösterdi. Etrafına toplayaca­ğı adamlarda şu sıfatlan arıyordu; Cahil, emre alışkın, dalkavuk,kaatiî. Bunlardan da en ziyade seçtiği bir mahkemece aleyhinde bu işlerden bir cürüm hakkında takibat olan, hiç olmazsa bu hu­suslarda kendi elinde aleyhlerine vesika olan kimselerdir. Çün­kü böyle olunca bu adamlar kımıldayamaz. Emre tamamiyle muti olur. Her kötü işe vasıtalık, âletlik ederler.

Bir gün biri kı­mıldayacak olsa, derhal mahkemeye dâvayı rü'yet ettirir. Onla- rın mahkemedeki evrakını kendi almıştır, yanında durur. Nite­kim Saffet'i Kâtib-i Umumî sıfatı ile fırkanın başına geçirdi. Safvet devletin bir milyon lirasını dolandırmış, evrakı Divan-ı Harpte idi. Evrakı Divan-ı Harpten, Safvet'i yanma has bende- gâh sınıfına aldı. Şimdi bu kötü adam itaat ve rezalete hizmet et­mez de ne yapar? Yoksa derhal evrakı Divan-ı Harbe verilir. Ni­tekim tüfekçi olan Topçu İhsan mahkemeye verildi. Diğerlerine ders oldu. Nitekim İsmet'i düşürmek için Kılıç Ali, Topçu ile be­rabermiş. İşi anlayınca Kılıç Ali derhal dehalet edip af talep et­miş ve af olmuştur.

İsmet gayet dalkavuk mi'zaclıdır. Nitekim Mustafa Kemal e olan ve nerşedilen mektubu bunun güzel vesikasıdır. Sonra İs­met ordunun bilâsebep sırf cehli ile mahvolmasına sebep olmuş­tur. Böyle askerî hatâları da boldur. Lozan'da da kötü projeyi ka­bullenmek gibi ağır bir hatâ yapıyordu. Daha fenası Kambur kardeşini gayrî meşru bir surette üç yıl içinde mal-i karun a ba­tardı. Nasıl kımıldayacak? Salih ve Kılıç Ali mühim vurgunculuk yaptılar, adam öldürdüler. Hasılı yanındakilerin hepsi böyledir.

Etrafında bir klik teşkil etti. Bu şirket-i inhisariye İttihatçılar gibi karanlık odada çalışmaz. Rakı masası başında çalışır. Devle­tin bütün işlerinin kararlan, asıp kesmeler hep bu masada veri­lir.

Klik azasını kâmilen meb'us da yapmıştır. Bunlar iki nev'idir: Biri adam öldürmek, dövmek, tehdid etmek vazifesi ile mükelleftir. Salih, KılıçAli, Recep Zühtü, Rizeli Cavid, ilh... bu sınıftandır. Bunlar Tulumbacı makulesiinsanlardır.

Seviyeleri bundan bir parmak yüksek delildir. Bunlara silâhşörler, cumhuriyet- tekçileri adını vermek lâzımdır. Bunlara onikiler adı da verildi. Diğer zümre meddahlardır. Bunlar Mustafa Kemal'i ona dehâ vererek fevkalbeşer yapmağa gayret ederler ki, halk tapınsın. Ta­rikat ve şeyhlik tarzı. Bunların faaliyet sahası, esaslı vazife ola­rak matbuattır. Bu hususta makaleler yazarlar. Kâh işleri sırf medihtir, buna göre adlan "Gazete soytarıları" olabilir. Kâh da hü­cum ve taarruzdur. Buna göre de adları "Gazete tüfekçileri" ol­malıdır. Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Hamdullah Suphi, Ruşen Eş­ref, ilh... gibi. Bu adamlardan lekesi olmayanları da bizzat Mus­tafa Kemal kendisi "İş yapın, zengin olun, ki kuvvetli olalım" di­ye irtikâba sokup bulaştırdı. Şimdi bunların içlerinden bu işten vazgeçmek isteyenler olsa da vazgeçemezler.

Bu has zümreye -ki bunlara havası bendegâh-ı hazret-i şehri- yari-i cumhuriyet penahı demek lâzımdır- Mecliste de vazife vardır. Meb'uslar arasında propaganda yaparlar. İcabında söz söylerler, hücum ederler. O esnada silâhşörler de tehdid yapar­lar.

Mecliste meb'uslardantalî bir bendegân sınıfı da vardır. Bu ikinci derece dalkavuklar da birinci zümreye yardım ederler.

Görülüyor ki, şu teşkilât cehennemi bir makine halindedir.

Bu teşkilât ile Türkiye idaresi müthiş bir terör devrine girdi. Bu terör bence eski Fransız teröründen baskındır. Hem bu eğlenceli, soygunlu, mülevves bir terördür. Hürriyet imha edil­di. Yeni bir zulüm ve istibdad devri başladı. Bu zulüm ve istibdad Abdülhamid'inkinden de İttihatcılarınkinden de dehşetli ol­du. Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı. Hiç... Hele hiç hırsızlık et­medi, hiç israfta bulunmadı. Bilâkis memlekette bunların önüne geçmeğe çalıştı idi. Bu devre bakınca insan Abdülhamid aleyhi­ne kıyam ettiğine utanıyor.

Artık millet yıldı, idare klik eline geçti. Kliğin de korkusu kal­madı. Rahat oldular. Bu sefer zevk ve safa, buna para lâzım ol­duğundan irtikâp, türlü nevi balolar, şenlikler, yazın Dolmabahçe deniz saf alan aldı yürüdü... Dolmabahçe'nin yanındaki Çıra- ğan'daLâle Devri'ni gören bahçenin topraklan lâle eğlenceleri­nin bunun yanında küçüklüğünü görerek kızarsın... Sâda- bad'lar, Mıhrâbad'lar, Şesâbad'lar, ilh... bu yeni âlemâblardan türlerinin ne kadar basit olduğunu anlamış olsalar gerek...

Bu zevkler mühim israfatı mucip oldu. Bütçe yetişmedi. înhisarlarıicâd ettiler. Ağır vergiler tarhettiler. Fakir düşmüş millet şimdi aç. Hem açlıktan, hem zulümden inim inim inliyor. Hürri­yetsizlik o kadar dehşetli ki, iki kişi birbirine derd yanmaktan bi­le korkmakta.

Bu mahşer içinde türlü hâlet-i ruhiyeler görüyoruz: Mustafa Kemal'e müthiş bir gurur ve azamet geldi. Kendisi de, gazete soytarıcıları da ilham aldığını söylüyorlar. Askerlik, idare, ma­arif, ziraat, ilh... yüz türlü dâhi olduğunu söylüyorlar. Onun bendegânma verdiği emirlere "Yüksek Telkin adını koydular. Yâni vahiy, emri ilâhı demek istiyorlar. Mustafa Kemal bir aralık gazetelerde güya hikmetâmiz kısa kısa cümleler neşretmeğe baş­ladı. Soytarılar buna derhal "Vecizeler" dediler. Galiba âyet de­mek istediler, ama birden cesaret edip bu adı koyamadılar. Hal­bukiâyetlerle bunlar arasında dağlar vardı. Bunlar herkesin

Bunlardan Yakup Kadri, Mustafa Kemal'in bütün icraatına, sistemine, rejimine, lâflarına, zihniyetine, ahlâkına, hasılı ruhu­na "Kemalizm" adım koydu. Ne hayâsızmış.. Fakat iyidir. Hası­lı rejimine, ruhuna bir ad koymak lâzımdı. İyi oldu. Gelecek nesiller bu adı kullansın, Türk nesilleri Kemalizm kelimesinden bu işleri anlayacaklar, titreyecekler. Şairler, naşirler, böyle bir millet idaresini ifade etmek için böyle bir kısa kelime bulmuş olacaklar.İyi bir ıstılah konmuştur. Yakup Kadri efendisine kaş yapayım derken göz çıkardı.

Diğer bir hâlet-i ruhiye Mustafa Kemal'in Türkiye devletini kendi yarattığını iddiası ve bunun için maziden ne varsa imha­ya çalışmasıdır. O da, avene de Türkiye'yi bu büyük dâhi yarat­tı diyorlar. Artık tarih kitaplarından padişahların adlarını silme­ğe koyuldular. Fransa gibi cumhuriyet olmasın... Buna rağmen mekteplerinde Şarl'ler, Lüi'ler, Napolyon'lar okutuluyor. Pa­ris'te Bonabard Sokağı var. Osmanlı Tarihini mekteplerden kal­dırdılar. Her tarafta camilerden, çeşmelerden kitabeleri, tuğlala­rı kazıdılar. Yürek acısı. Bunlar ne mühim san'at eserleri idi. Git­ti, gider. Nihayet Müze Müdürü Halil Bey bunları alçı ile kapat­mak yolunu bularak bu andavallığın önüne geçti.

Diğer bir zihniyet ve gayret de milleti dinsiz yapmaktır. Fa­kat her millete bir din lâzımdır. Bu adam hem de tezad içinde bir insandır. Kendisine vaktiyle Millet Meclisinden, Gazi unvanını aldı. Bu unvan ise dinîdir.

Diğer bir zihniyet Türkiye'yi medenileştirmek, Avrupalılaş- tırmaktır. Fakat bunu bilmiyor. Medeniyeti dans, heykel, zevk ve safa zannetmiştir. Vahim bir hal var. Bizden Mustafa Kemal gibi Avrupa'yı gezenlerin çoğu, sade bulvarları, ordaki heykelleri, eğlence yerlerini, dansları, baloları görüyor, medeniyet budur zannediyor. İşte Mustafa Kemal de böyle... Medenî yapmak için Türkiye'ye bunları tatbik ediyor. Medeniyet bu değil. Bunlar bi- l'âkis medeniyetin hastalıkları. O Avrupa'da nice mektepler, mü­him ilmî müesseseleri, fabrikalar var. İşte medeniyet budur. Bu dâvada olanlar bunları Türk'e tatbik etmelidir. Mustafa Ke­mal'in medeniyeti yaya kaldırımı medeniyetidir. Bizim önü­müzde bir numune ve ders Japon vardır. Onun gibi yapmalıdır.

Bu adam işte bu zihniyetle millete şapka giydirdi. Bunu da bir kanun darbesi ile yapmak gibi bir cehalet gösterdi. Evolos- yon işi idi. Halk muhtelif şehirlerde "istemeyiz!" dediler. Bunlar silâhlı bir isyan değildi.,. Derhal İstiklâl Mahkemesini dolaştırdı. Birçok zavallıları bigünah olarak astı... Frak, silindir şapka gibi elbiseleri tamim etti. Bu suretle de Mustafa Kemal'in inkılâbı bir elbise dolabı inkılâbından ibaret olmuştur.

Bu zihniyet ve gayret de, Türk'ün an'anesini yıkmak, orijinal­liğini mahvetmektir. Bu en büyük halt idi. Türk'ün kökünü kır­maktı. Henüz hiçbir insan buna hücum etmemişti. Bunu da me­deniyet, asrîleşmek namına yapıyordu. Türk mükemmel otomo­biller, makineler, ilh... yapabilseydi de keşke sarık ve şalvar giy-seydi. Bunların medeniyetle ne alâkası var? Japonların kadınları hâlâ arkasında bohça gibi bir tümsek, ayaklarında takunya, fa­kat en müthiş dritnautları yapıyorlar. Dünyada onlara medenî denir.

Millet fena halde dolgundu, fakat bir şey yapamıyordu. İş su-ikaste döküldü. Birkaç insan Mustafa Kemal'i İzmir'de öldür­meğe teşebbüs ettiler. Yakalandılar. Hepsini astı. Bu bahane ile ne kadar muhalif, bilhassa eski İttihatçı varsa onları da astı. Bu suretle İttihatçılığı vaktiyle Yeniçeriler imha edilir gibi, kökün­den kazıyıp bitirdi.

Bu vak'a ile onun kibri, istibdadı, milletin korkusu bir kat da­ha arttı.

Diğer bir zihniyet devleti askerce idare etmektir. Hükümeti ordugâh haline getirdi. Buna militarizm derler ki, devletler için en muzır şeydir. İşte bu idarenin bir hastalığı da budur. Bu dev­leti kurtarmak için askerleri sivil işlerden almalıdır.

Diğer bir halet-i ruhiye muhaliflerini ezmektir. Ne kadar mil­lî kıyama hüsnü hizmeti olanlar varsa perişan etti. Bu babda gaddar davranmış, muhaliflerini gıcırgıcır kesmiştir.

Bu adamın diğer bir gayreti de müthiş zengin olmağa çalış­maktır. İki uç yıl içinde gayet büyük zengin oldu.

Nihayet eğlenceler, israflar büyük bir İktisadî buhrana vardı Şimdi devlet ve millet bu buhran içinde kıvranıyor. Buna çare di­ye ve "Millî İktisat ve Tasarruf" adıyla fevkalâde tedbirler aldı­lar. Hürriyetin bir ticaret kısmı kalmıştı. O da gitti. Ticaretse hürriyetsiz olmaz. Bu tedbirler tamamiyle anormaldir. Bakalım ne­reye varacak?!.

PSİKOLOJİK TETKİK

Millî hareketle cumhuriyetin psikolojisini ve Mustafa Ke­mal'in gayelerini hülâsa suretiyle, terkip tariki ile ve merhale bir daha zikretmeyi faydalı buluyoruz:

Birinci merhale — Herkes millete istiklâlini kazandırmak pe­şinde. Mustafa Kemal de millî harekete baş olmak, İstanbul Hü­kümetini mahvedip kendisi hükümeti eline almak için çalışmış­tır. Bütün hareketlerinde görünen budur. Buna muvaffak olmuş­tur. Bunu milletin kurtulması yolundaki gayrete karıştırdığın­dan vatan ve millet için çalışanların mesaisi kendi şahsına da hizmet etmiştir. Bu bir zaruret halinde idi. Bu devre "İstiklâl Sa­vaşı", Mustafa Kemal için "Baş olma" devri adım almalıdır.

İkinci merhale — Millet kurtarılıp sulh olunca cumhuriyet ilân edip Mustafa Kemal hükümetin başına oturmuştur. Ne ka­dar kendine muarız, namuslu, millî harekette hizmet etmiş, ve­ya mevki için rakip veya tehlikeli gördüğü insan varsa hepsini insafsızca kırmıştır. Kabahatli kabahatsiz dememiştir. Mahke­mede ve sokakta yani kanunî ve gayri kanunî öldürmüştür. Bu­nunla "lâyüs'el amma yef'al" olmak, "keyfe mâyeşa, "hüküm sürme gayesini takip ediyordu. Muvaffak olmuştur. Kendine iti­raz edecek adam ve kimsede cesaret kalmamıştır. Millet Meclisi­ni de intihabı sırf kendisi keyfi gibi yaptırarak mebusları tâyin ve nasbedilmiş birer memur haline koyup bir bostan korkuluğu yapmıştır. Millet Meclisinin hiçbir kuvveti kalmamıştır. Matbu-

Atı da kırmış geçirmiş. Diğerlerini para ve mevki ile eline almış, bizzat kendisi de gazeteler çıkartmış, onları da kendine meddah- name haline koymuştur. Yine bu merhalede namuslu adamları devlet işinden uzaklaştırmış, yerine namussuz ve cahilleri koy­muştur. Sebebi; çünkü fena işler yapacağından bunları namuslu­lara gördüremiyecektir. Bu merhaleye "Terör, muhalefet ve hür­riyetin imhası, kamarillâ teşkili" devri adı verilmelidir.

Üçüncü merhale — Zengin olmak devridir. Mustafa Kemal büyük zengin olmuştur. Avanesini de irtikâplar ile zengin etmiş­tir.

Dördüncü merhale — Kibr-ü azamet, Kemalizm doktrini dâ­vası. Kasideci şairler ve muharirlerin Mustafa Kemali son had­dinde medihleri.

Beşinci merhale — Zevk ve safa.

İşte bunlar arasında ve bunların neticesi olarak bütün devlet­te, irtikap, rüşvet, jurnalcilik, ayyaşlık, bilhassa dalkavukluk, favotiritizm almış yürümüştür. Fitne, fesat ve sahtekârlık esası üzerine bir müessese kurulmuştur.

 

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

M.Kemal'in Putlaştırılması

M.Kemal'in Putlaştırılması

Her yıl Lozan Sulhu için, Darülfünun'da büyük merasim ya­pıyorlar. Hep İsmet... O dâhi yapmış... Bizim esamimiz bile okunmuyor. Zikretmek isteyen olsa dahi, tabiî edemez. Sonra İsmet adamı ne yapar? Bu münasebetle 21 Temmuz 1928 tarihli Milliyet 'te bir makale var. Bunda İsmet'in makale sahibine Lo­zan'dan avdetimizde İstanbul'da şunu dediği yazılı: "Bu, Şefi­min eseridir. 0 yapmıştır. O yaptırmıştır. Şimdi ilk işim Anka­ra'ya gidip kendi eserini ayaklarına koymaktır." Bu ne dalka­vukluk. Zaten İsmet'in birinci meziyeti budur. Hem de Lozan'ı efendisinin ayaklarına koyuyor!... Kahrol, kâfir!... Modem İncili Çavuş...

Yine aynı nüshada Halide Edip aleyhine şiddetli bir hücum var. Bu esnada Mustafa Kemal matbuatı bu kadına hücum ettiri­yor. Sebebi anlaşıldı. Halide, Londra'dan Amerika'ya konferans­lar vermeğe gidiyor. Bunu haber almışlar. O başlamadan bunlar hücuma başlamış. Halbuki boşuna idî. Halide, Amerika'da kon­feranslar vermiş, bunlardan bir kitap da olmuş; fakat Mustafa Kemal aleyhine bir şey yoktur. Filâdelfiya'da konferansta bulu­nan bir adam da bana söyledi: "Ben bu kadını bir şey zanneder­dim. Hiç te'sir yapamıyordu. Ve Mustafa Kemal'i methediyor." Halide onun aleyhinde bulunamaz. Sonra Mustafa Kemal onu rezil eder.

Bu makalenin serlevhası otuzaltı punto ile "Kin, garaz ve ih­tirasla dolu bir ruh" tur. Bu da Halide imiş. Bunda gülünç bir şey daha var: O vakit Gazi, Dolmabahçe'de imiş. Siirtli Mahmut, Halide'nin makaleleri hakkında fikrini sormuş. Gazi geçen bir vapurdan halkın "Yaşa Gazi!" diye bağırtmalarını göstermiş. Fevzi Paşa'da yanında imiş. O da: "ît ürür, kervan yürür" demiş. Bu şöyle olacaktı: Koyunlar korkudan bağrışır, kurt keyfinde işi­ne devam eder/' Fevzi Paşa yanılmış.

30 Temmuz Milliyet'te "Tarihin istifadesi" diye Falih Rıfkı'nın bir başmakalesi var. Bu kadar edepsiz bir yazı olamaz, ib­ret için okunsun. Büyük nutuktan bahsediyor. Makalenin sonun­dan şu parçayı alıyorum:

"....Eğer Gazi tarihî meçhûlât içinde kalsaydı, halimiz ne ola­cakmış! Nutku yalnız okumayınız, bir kamus gibi masanızın üs­tünde daima hazır tutunuz! Bu kitap size hurafatta muskalara is­nat olunan hizmeti görecektir, görünür görünmez kazalardan mâsun bulunduracaktır. Nutkun neşri, büyük inkılâp. Eserini her türlü teşevvülerdensiyanet edecek âlîtedâbirden biri addoluna­bilir." Bu ne maskaralık. İki okkalık muska. Hocalar çok insaflı insanlarmış. Hiç olmazsa, muskaları kırk-elli gram yaparlardı. Boynumuza ağır bir yük takmazlardı. Birbakımdan da Falih ya­lan söylememiş. Bu, sahiden bir hurafat muskasından ibaretir.

Tayyare Cemiyeti Mustafa Kemal'in birçok büstlerini yaptır­mış. Nutku da o bastırmış. Galiba bu büstler ve Nutuk, Tayyare­dir. Yarın harpte imdada yetişir. Zaten Falih Rıfkıya göre muska gibi mucizeli imiş, her kaza ve belâyı def edermiş!...Yazık Tay­yare paralarına. Şununla birkaç tayyare alsanız ya...

Yazın Mustafa Kemal İstanbul'da geziyor, eğleniyor. Bol içi­yor, bol eğlence yapıyor. Bir de yatla Boğaz ve Marmara'da gez­meği pek seviyor. Âlem-i âblar yapıyor. Geceyarısından sonra Büyükada kulübüne, balosuna da gidiyor. Saray'da olan iş, deb­debe, zevk, yeme içme, binbir gece hikâyeleri halinde... Aferin.

Bir gece sarhoş Sarayburnu'na gitmiş, kahveye oturmuş. Lâ­tin harfini de orada ortaya atmış. Artık bu lâfların adı "Hitabe" olmuş. Bu Hitabede "En nihayet bir veya iki sene içinde bütün Türkler yeni harfleri öğrenecektir" demiş. Dört yıl geçti. Halâ bir milyon kişi öğrenemedi, işte dirayeti, görüşü hep böyledir. Bu şapka değil. Onu bile milyonlarca köylü hâlâ giymiyor. Bu babda 16 Ağustos 1928 Milliyet'te Falih'in bir başmakalesi var. Oku­nacak ve ibret bir şey. Bu adamlar zamanı gelince bu dalkavukluklarından hapsedilmelidirler. Muhakemelerinde bu makalele­ri onlara bizzat okutturulmalıdır.

Bugünlerde Şair Abdülhak Hâmid de dalkavukluğa başladı, Milliyette makaleler yazıyor. İğrenç şeyler Mustafa Kemal'i Al­lah derecesine çıkarıyor. Vaktiyle bu adam Enver'e de böyle şiir­ler yazmıştı. Büyük bir şairin hem seksen yaşlarında bir pîrîfâni iken bunları yapması içimi hançerler gibi deldi. Yazık!... Kendi­ni rezil etti... Bu lekeyi mezara da girse üstünden atamaz. Eh so­nunda kasideci efendi caizesini aldı, meb'uslukla çırağ buyrul­du. Müceddid Şair meğerse, eski kâsidecilerdenmiş... Torbada ne yüzler varmış da bilmiyormuşuz... Bu memlekette meb'us-luk da kolay şeymiş. Yolu sade buymuş.

21 Ağustos Milliyette Yakup Kadri'nin harf inkılâbı hakkın­da bir makalesi var. Bu da ibret bir şey... Cehalet numunesi. Okunması lâzımdır.

Aynı gazete de otuz altı punto ile: "Hariciye vekili dün Gazi hazretlerine arz-ı tazimat etti" deniyor. Demek artık Cumhuriyet vekilleri Abdülhamid'in nazırları gibidir. Arz-ı tazimat ediyor­lar. Böyle köle vekil olmaktansa, Köprübaşında küfeci hamal ol­mak bin kere evlâ ve şereflidir. Arz-ı tazimat ne halt etmektir?

Yine aynı gazetede "Gazi hazretleri dün, Saraylarında geç vakte kadar meşgul olmuşlar, hiçbir tarafa çıkmamışlar" deni­yor. Artık her gün, her hareketinden halka tebligat yapılıyor. Bu­nu dünyaya hâkim İngiltere Kralına da yapmıyorlar. Hem de "Gazi Saraylarında" deniyor. Reisicumhur, saraya yakışır ya!... Şuna canım "Zat-ı Şâhâne Hakan ülbervel-bahreyn, essultan Mustafa Kemal el Gazi" deyip işin içinden çıksalar ya, niye ağızlarında geveleyip duruyorlar?

Şimdi de yeni moda: Mustafa Kemal yattan her tarafa telsiz­le nutuk veriyor...

28 Ağustos Milliyet'te Falih Rıfkı, başmakalesinde MustafaKemal'in hitabelerinden bahsediyor. Bunlar da okunacak şey. Mustafa Kemal bu hitabesinde: "Bu harf işinde irade mille­tindir" diyor. Mustafa Kemal her işi, millet yaptı der. Adeti budur. Millet nerde, bu işler nerde? Zaten evvelce de "hâkimiyet milletindir, millet efendidir" dedi. Hâkimiyet kendinde, millet inim inim inliyor. Yok bu adamın telâkkisince millet denilen şey, kendi şahsı ise doğru. Böyle bir zanda bulunması mümkündür.

Yine bu hitabede: "Millet bu hususta bir müşkülâta uğrarsa, ben ve arkadaşlarım millet fedâisiyiz" diyor. Bu damdan düşer gibi lâf, nedir diye anlıyamadımdı. Sonra anlaşıldı. Meğerse biri telgrafla Mustafa Kemal'den "Camilerdeki levhaları ne ile yaza­caksın?" diye sormuş imiş. Bunu muhalefet sayıp, kızarak bu tehdidi yapmış imiş... Koca bir ordu, polis, jandarma elinde olunca, bunun fedailiği olur mu? Tam kahraman!..

 

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur

 
Devamını Oku »

Harf İnkılabı

Harf İnkılabıYine yeni bir inkılâbı... Bu adam duramıyor. Her yıl bir inkı­lâp yapmak heves ve ihtiyacında. Şimdi bununla da Harf Gazisi oldu. Binbir lâfza-i cemaline bir daha ilâve etti!...Halbuki iddiaları gibi, Lâtin harfi mes'elesi onun işi ve iddiası değil ki. Bun­dan altmış-yetmiş yıl evvel İstanbul matbuatından Lâtin harfi leh ye aleyhinde münakaşalar olmuştu. On yıl evvel de oldu. İki yıl evvel de oldu. Bütün erbabı tefakkür ve Darülfünun profe­sörleri müttefikan Lâtin harfi aleyhine rey verdiler,

Mustafa Kemal bu işi de yine bir kanun darbesiyle birden yaptı. O, makûl söz dinler mi? Makûl, söz söylemeğe gelmez. Aksini yapar. Birgün İstanbul'da. Dolmabahçe Sarayına bütün meb'usları toplamış. Onlara ders vermiş. Burda tuhaf bir şey ol­muş. Mustafa Kemal "dır" edâtı haberine "tır" diyor. Selânik şi­vesi, Celâl Nuri kalkmış "dır" dır diyor. Gazi gazaba gelmiş, hid-detle"tir" diyor. Celâl Nuri derhal "Evet efendimiz! tir'dir bile­medim" diyor. Padişahlar gibi "Efendimiz" olmuştur. Celâl Nu­ri'yi bir dumansız drıtnuata benzeterek Süleyman Nazif güzel tarif etmiştir, fakat bununla bazı şeyler unutmuştur. "Kaptanı korkak, kararsız, dönek"dır, Kaptan Celâl'in yüreği ve ruhudur. Binaenaleyh bu cidden malûmatlı olan ve kimseye zararı olma­yan bir insan bulunan Celâl Nuri dümensiz, pusulasız, kaptan korkak ve dönek, müthiş bir drıtnauttur.

Celâl Nuri "tir" dedi. İşin içinden çıktı. Ne yapsın... Mustafa Kemal ilk Sarayburnu gazinosunda bu işi yaptı ve orada nutuk verdi.. Tam yeri. Çünkü gazino onun akademisidir. Hemen ka­nunu da yapıp, eski harfleri yasak etti.

Baktım Mecliste bunu ilk müdafaa eden İsmet oldu Ve: "Bu inkılâp Türkün terakki yolunda en büyük adımı" diye tefsir etmiş. Şaştım. Ben Ankara'da iken, bir gün İsmet bana Lâtin harfi hakkındaki fikrimi sormuştu. Aleyhinde olduğumu söylemiş­tim. Sebebini sormuştu, izah ettim. İsmet de bana "Ben de aleyhindeyim" demişti. Şimdi en meddahı ve âlet İsmet'tir. Hayret... Bu adam ne iki yüzlüdür?... Ne kanâati hilâfı işler görür? Mev­kide dursun da ne olursa olsun, her haltı yer? Asıl olan mevki­dir. Sonra "Bern" sefiri Münir'den işittim. Müze Müdürü Halil Bey oraya gelmiş. Halil Bey "Hayret ediyorum. İsmet Lâtin har­finin aleyhinde idi. Bana söylediydi. Şimdi kendi yaptı. Ve met­hediyor" demiş. Münir doğru sözlü bir adamdır. Korkak olduğu halde fırsat bulursa hakikati söyler. Elverir ki, söyleyecek na­muslu, emin adam bulsun. Nitekim İsmet'ten titrediği ve onu tutan İsmet olduğu halde Bern'e giden Yusuf Kemal'e "Lozan Muahedesinin dörtte üçünü yapan sırf Rıza Nur'dur, bütün bi­ze cesaret veren odur. Yoksa kötü bir muahede imza edilecekti" demişti. Aynen Yusuf Kemal bana söyledi.

Yeni harf için her tarafta mektepler açtılar. Halkı cebren bu mekteplere şevkettiler. Birden gazete satışları durdu. Kitap neş­riyatı durdu. Hâlâ böyle. Hükümet bunlara tazminat veriyor. Mektep kitapları kalmadı. Yeniden basılmaları milyonlar ve uzun zaman istiyor. Bizde millî bir matbaa sanatı vücuda gel­mişti. Harfleri İstanbul'da döküyorlardı. Şimdi tuttular Avru­pa'dan harf satın aldılar. Sade Fransa'dan yirmibeşbin kilo aldı­lar. Bu da yetişmedi. Laipzig'deki meşhur kütüphane ile kontrat yapıp, mektep kitaplarını orada bastıracaklarmış, bu da milyon­lar istiyor. Bu işi böyle birden hiçbir insan yapamazdı. Yaptı. Fa­kat herşey alt üst ve mahvoldu. Bir irfan fetretidir başladı. Bu fetret yıllarını bilmem ne ile tazmin edecekler. Başka milletler ir­fan sahasında dörtnala koşuyorlar. Biz ise gerideyiz. Şimendifer- le koşmamız, hattâ tayyare ile gitmemiz lâzımdı. Bil'âkis dur­duk. Durduk değil, eskisini de mahvettik.

Güya yenilik, teceddüd yapıyor. Hadi birde harice milyonlar vererek birçok yazı makineleri aldılar. İşitiyorum. Hâlâ yazmı- yorlarmış. Elbet, bu bir günde olmaz. Evolosyon işidir. Mustafa Kemal her şeyin kanun darbesiyle ve âniolacağına kani. Evet fe­si bir günde milletin başından alıp atabilirsin. Fakat yeni yazıyı okutamazsm. Ben çocukluğumdan beri Fransızca ile meşgulüm. Öyle iken hâlâ Türkçeyi Lâtin harfleriyle dürüst ve sür'atle oku­yamıyorum. Çünkü yazı bir resim mes'elesidir. Şekil ve resimdir ki, zihinde kalır ve idraki yapar. Halbuki, Fransızcayı sür'atle okuyorum.

İşte bugün millî tasarruf yapanlar bu suretle de harice mil­yonlar verdiler. Bunlar kabahat değil ha... Şapka, Yavuz, Bahriye Vekâleti, yazı, yazı makinesi, milyonlar yedi. İktisadî buhran gelmez de Roçilt mi gelir? Demek ithalât ve ihracat muvazene­sinde müthiş açığı yapmakta en ziyade kendileri mes'uldür. Ne-nize lâzım yazı makinesi... Kel başa şimşir tarak. Bunu Avrupa­lılar kullanır. Çünkü vakitleri dar, işleri çok.Bizde öyle değil ki... Vakitten çok, işten az ne var? Her şey bir ihtiyaç üzerine yapılır. Bunlar süs diye yapıyor. Allahın verdiği ellerimiz, güzel millî mahsûl yazı makineleri idi. Bize daha yirmi yıl yeterdi...

Bu husus mekteplerde cebr ile bir kısım memurlar bu yazıyı öğrendiler; fakat yine dürüst yazıp okuyamıyorlar. Devlet idare­sinde işler durmuştur. Derkenarları ne diğer memurlar ne de hattâ bizzat yazan memurlar okuyamıyorlarmış. Henüz memle­kette stenografi bilinmediğinden mahkemelerde, Millet Mecli­sinde zabıtlar tutulamıyormuş. Bunları zarurî yine eski yazı ile yapıyorlarmış. Eski yazı adetâ stenografi idi.

Biri bana dedi ki: "Amma çok insan yeni yazıyı çabucak öğ­rendiler." Ben de şu cevabı verdim: "Bu gayret, bu cebir eski ya­zı için yapıldı mı? Yapılsaydı aynı netice olurdu." Öyledir. Sus­tu.

Bunu yaptı, bari dürüst bir yazı yapsaydı. O da yanlıştır, pek eksiktir. Türkçeyi okutmaya kabiliyetili bir yazı değildir. Nite­kim pratik gösterdi. Bu yazı telâffuzu aynen zaptedemiyor. Böy­le hafifmeşrebine ve bir günde yapılan iş böyle olur. Hiç olmaz­sa bunu evolosyona, tedrice terkedeceklerdi. Yazı yapılacak ise, evvelâ münakaşaya arzedilecek, mütalealar toplanacak, sonra bir komisyon yıllarla uğraşacak, bir iyi yazı meydana gelecekti. Sonra bununla ticaret işleri, hükümet işleri görülmeğe, bazı ga­zeteler çıkarılmağa başlanacak, kırk-elli yılda eskisi bitecek idi. Buncağızı olsun düşünemediler.

Mustafa Kemal! Sen böyle şeye ne karışırsın? Bu mütehassıs işi. Birtakım dalkavuklardan bir komisyon yaptı; fakat onları da dinlemek değil, kendi onlara emretti. Bu encümende Fazıl Ahmed de var. Niye bu Türk dilini yapan encümende Dönme İbrahim Necmi, Giritli AhmedCevad var. Zavallı Türk dili! FazilAhmed sevdiğim biridir. Kıymetli, namuslu adamdır. Zavallı açtı. Bir gün Kadıköy vapurunda rastgeldim. Mustafa Ke­mal'in aleyhinde, Lâtin harfinin de aleyhinde idi. Bana neler söyledi. Ne ise çatmış... Mustafa Kemal onu tuhaf sözlerinden sevmiş. Necmeddin Sadık, Gazi ile encümen arasında vasıta imiş. Tıpkı eski saraylarda padişahın perde arkasında veya ka­fes arkasında olması gibi. Fazıl Ahmed bu!...

Durur mu? Nec­meddin Sadık'a derhal "Cibril-i Emin" adını vermiş. 0 gelir­ken "Gel! Cibril-i Emin, yine ne ayet var?" dermiş. Bunu Mus­tafa Kemal'e söylemişler, kızmamış; bil'âkis keyiflenmiş. Ne ise Fazıl Ahmed yüzkarası bir teşrif iye yazarak meb'usluğa çırağ çıkarıldı da açlıktan kurtuldu. Kimbilir defterine ne hezel mev­zuları toplamaktadır. Ve kendini de ne rezil etmekte ve edecek­tir. Fazıl Ahmed Türkçeyi iyi telâffuz edemez. Peltektir. İbra­him ile Cevad da anadilleri başka olduğundan, Türkçeyi fena telâffuz ederler. İşte bunlardır ki, bir kamusla Türkçeye telâffuz ve imlâ tayin ettiler. Bunda Mustafa Kemal'in de irfanı ve him­meti vardır.

Bu yazıdan irfanı ve İktisadî büyük zararlar olmuştur. Yazı­nın kusurlarını bir bendde de Oğuznâme'de yazdım. Zaten bun­ları ve zararlarını Türk Tarihi'nin onüçüncü cildinin "Türk Yazı­sı" bahsinde tafsil etmiştim. Ne çare ki, henüz neşredemedik. Nihayet Rövüdö Türkoloji'nin ikinci numarasında Fransızca bir makalede neşrettim. Şunu söylerim ki, bu yazı ile kütüphaneler­de asırlardan beri yığılmış olan eski Türkhazine-i irfanı mahvol­muştur. Şu Yakup Kadri ne dalkavuktur. Yeni yazıyı metih, eski yasayı zemmeden müthiş ve mantıksız makaleler yazdı. Birinde diyor ki, "Kütüphanelerdeki kitaplar sıfırdır. Hiçbir kıymeti yoktur. Toz pislik yığınıdır," Celâl Nuri de: Eski kitaplan Bayazid meydanına doldurup yakmazsak, bu millet kurtulmaz" di­yor. Bu müthiş bir cinayet, büyük bir ahmaklık, derin bir cahil­lik.

Onlar kıymetli hazineler ki, burada Avrupa âlimlerini görü­yorum, bayılıyorlar. Bazan bunların içinde öyle mühim malûmat buluyorlar ki, ilmin karanlık bir yerini tenvir ediyor. Yakup Kad­ri çok aşağı şey... İttihatçıların dalkavuğu idi. Onlar gidince der­hal aleyhlerine döndü. Bu sefer Mustafa Kemal ve İsmet'i buldu. Onlar da gidince derhal aleyhlerine dönecektir. Verem de... Ne­ne lâzım. Üç buçuk günlük ömre bu değer mi? Biraz zararsız ro­mancısın, şununla vaktini geçirsene...

Bugün yılda Fransa'da onbeş bin kadar eser neşrediliyor. Biz­de bir tane bile neşir kalmadı. İtalya'da neşriyat Mussolini'den beri azalmış. Bu da istibdadın, pederâne bile olsa irfana ne müt­hiş darbe olduğunu gösterir. Yeni yazı sökmedi. Halâ herkes mektuplarını eski yazı ile yazıyor... Mustafa Kemal, İsmet de öy­le yapıyor.

Bu esnada gülünç ve feci bir şey oldu: Mustafa Kemal "Kaf-q harfini kabul etmem. Lüzumsuzdur" dedi. Bir mektep muallimi Milliyet gazetesinde "Aman Paşam etme bu "Kaf" lâzımdır. Ka­bul et!" diye yalvarıyor. Akıllı ve hamiyetli bir adammış. Buna Mustafa Kemal madde halinde yine o gazetede cevap veriyor. Hülâsası şu: "Olmaz, aklım ermiyor, kabul etmem" dedi. Etme­di. Vah... Yazık... Hem bu adam bu harf mes'elesini asker emrü kumandası halinde madde madde tebliğ edip işi bitirdi. Ayol bu ilim. Böyle olmaz. Bu ne istibdâd! İşleri hep böyle yapıyor. Bildi­ği sade askerlik... Onda da neleri var? Beşeriyet ne küçülmüş­tür!... Bir kitleye böyle bir adam keyif ve arzusunu, her sahada keyfemayeşâ tatbik ediyor, cihan-ı beşeriyet onu kurtaramıyor... Acıklı şey... Buna nasıl tahammül ediliyor?!...

Derken bir İmlâ Lügati yaptılar. "D" leri "T", "Kalmıyor" ı "Kalmıyor" yaptılar. Bunlar hep Selânik Dönmesi dilidir. Mus­tafa Kemal'in dili. Türkçe berbad edildi. Şimdi gazeteler de hep böyle yazıyorlar. Fatih Rıfkı, İstanbullu. Yakup Kadri Anadolulu  olduğu halde onlar da böyle yazıyorlar, Bunlarınkisi dalkavukluk,göze girmek. Bu alçaklıktır. Bir göze girip çöplenmek için bir milletin diline balta vurulmaz.

Bunda da yine bir rezalet oldu. Bîr İngiliz bu lügati almış, Taymis'te bir makale yazmış. Diyor ki: "Türkçe ne iptidaî dilmiş. İngillizceye nisbetle yüzde yirmi lügati yok." Bu süz lügate güre doğru. Fakat bunların bilmediği, kamusa dercedemedikleri da ha ne kadar lügat var. Tabiî İngiliz onu bilmez. Hasılı şu imlâ Lügatlarıyla Türk'ü âleme rezil ettiler, iptidaî gösterdiler. A ferin, iyi hizmet ediyorlar.

Bu yazının belâsı sade bunlar değildir. Asıl sonra olacaktır. Eski yazıya ric'at edilmezse bile, bu yazı behemehal tadil ve ıs­lâh edilecektir. Bu zarurî bir ihtiyaçtır. Yine bir hercümerc... Hadi... O kadar zorla okuyup yazma öğrenenler yine ümmü ola­cak... O vakte kadar yazılmış kitaplar, hükümet dosyalan hep hi­yeroglif olacak. Yeniden matbaa harfleri, yeniden okutmak, ye­niden kitap, satın alman yazı makineleri işe yaramayacak. O ka­dar masraf, emek, zaman, habaen mensura!.,. Yeniden müthiş masraf... Hasılı büyük belâya girilmiştir. Ne yapacağız bilmem?..

Ecnebilerin bu harf ve şapka meselesine memnun olacaklarını zannederdim. Bıl'âkis hurda âlimlerden birkaçı bana aley­hinde söylediler. Böyle şeyler evolosyon işidir. Bir darbe ile ol­maz. Anarşidir. Hem siz orijinalitenizi kaybedersiniz, kıymetiniz kalmaz. Hem bu vicdanî iştir. Tahakküm yapılmamalıydı" de­diler. Pek doğru..,

Mustafa Kemal bir türlü İstanbul'a gidemiyordu. Bursa'ya geliyordu. Henüz ben İstanbul'da idim. O yaz Bursa'ya gelmiş­ti. Bizim evin yanında Süreyya Paşa bir musiki kulübü açmıştı. Birtakım sazende ve hanende kızları toplayıp Bursa'ya Gazi've götürdü. Kötü rezaletler oldu. Mezhebi geniştir. Müthiş de ayyaştır. Mustafa Kemal'e yanaşıp mevkiye geçmek peşinde. İmti­yazlar almak İçin uğraşıyor. Meselâ Adalar'a elektrik ve su işi peşinde, Kadıköy Halk Fırkasında hamal gibi de çalışıyor. Ben bu adamla karımın amcası olduğu halde görüşmezdim. Torunu­nun yüzünde çıbanlar olmuştu, doktorlar iyi edememiş. Karım vasıtasiyle bana rica ettiler, ilk defa olarak evlerine gittim. Bizim mahut babadan kalma merhemi sürdüm iki günde iyi oldu. Bundan sonra beş-on defa biz onları, onlar bizi ziyaret ettik. Hepsi bu kadar. Bu esnada Süreyya benimle Mustafa Kemal aleyhinde de konuşuyordu. Hem öyle, hem böyle...

Mustafa Kemal öldürüleceğinden korkarak İstanbul'a gel­mezdi. İttihatçılara tırpan attıktan sonra, benim Paris'te bulun­duğum ilk yaz İstanbul'a gelmiş, oranın askerî idaresini Şükrü Naîli'nin eline vermişti. Şükrü Naili en emin adamıdır. Artık de­mek İstanbul'dan emin.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Latife Hanım ve Mustafa Kemal

Latife Hanım ve Mustafa Kemal

Birgün bir tebliğ-i resmî: Mustafa Kemal, Lâtife'yi boşamış. Bunu da Hey'et-i Vekile karan ile yapmış. Bu, Kanun-u Medeniye mugayirdi. Boşanmak, iki tarafın rızasıyla veya onun mu­cip sebebi mahkeme hükmü ile olacaktı. Hey'et-i Vekile, adliye, kanun ve mahkemelerin üstüne çıkmış ve vahidül-calip olarak karar vermiş. Al işte, Mustafa Kemal'in kanuna riayeti... Bir Kanun-u Medenî yaptı, bugün iptida kendi bozuyor... Hem âleme ilân suretiyle... İsmet de bunu yapıyor... O, ne yapmaz? Tek mev­kide dursun, bunun için cinayetler, katliâmlar yapıyor da, bu bir şey mi? Kanunen Lâtife hâlâ O'nun karısıdır. Mustafa Kemal ölürse mirasa konar.

Lâtife, İstanbul'a geldi. Son zamanda haremimi aramıyordu. Mevhibe ile iyi idi. Refikamın Mevhibe ile muhaberesi de kesil­mişti. Lâtife şimdi, İstanbul'a gelince, derhal refikamı istedi. Re­fikam gitti. Ona birtakım mühim şeyler söylemiş, boşanma vak'asını da anlatmış, ''Doktor gelsin, ona mühim havadislerim var" demiş.

Anlaşıldığına göre boşanma vak'asından iki üç gün evvel Lâ­tife kardeşi İsmail ile haremi Süreyya Paşa'nın kızı Melâhat An­kara'ya gitmişlerdi. Çankaya'da misafir olmuşlar. Gazi, İsmet'in evine gitmiş. "Bu karıyı şimdi boşayacağım" demiş. İsmet sa­bahleyin erken Hey'et-i Vekileyi toplamış. Talaka karar vermiş­ler (!) Lâtife'yi İsmet alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek is­temiş, Lâtife ona "Sus, sus!" İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen ona her gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Hep âleti sensin" demiş. Neden sonra birgün Ankara'da İsmet'e Lâtife'yi gördüğümü söyledim. Yüzüme baktı, "Bu bir facia oldu" dedi. Halbuki Lâtife en ziyade İsmet'e kızıyordu. "Bunların bütün se­bebi İsmet'tir" diyordu.

Bir müddettir Mustafa Kemal duramıyormuş. Yine eski haya­tı yaşamak istiyormuş, Lâtife'nin içki hususundaki tahakkümü­ne fena sıkılıyormuş. Hergün kavga ediyorlarmış. Bunu gören Salih ve diğer âvane de Lâtife'nin aleyhine kıyam yapmışlar imiş.

Boşandıktan sonra Mustafa Kemal, Lâtife'ye elli bin lira gön­dermiş, Lâtife kabul etmemiş. Fakat babası Muammer Bey imti­yazlar aldı; Gazi de verdi. Mustafa Kemal mühim evrakım Lâti­fe'ye saklatırmış, Lâtife'yi yollarken onları almış.

Lâtife en ziyade İsmet'e diş biliyordu. "Felâketin sebebi odur" diyordu. Ben Türk Tarihi ile meşgulüm. Bu sebeple işim çoktu. Geciktim. Yine refikamı yolladım "Havadis al!" dedim. Bu sefer hiç havadis vermemiş ve anlatmış:

Başkâtip Tevfik, arkasından Siirtli Mahmut gelmişler, Gazi tarafından Lâtife'ye şunu tebliğ etmişler: "Kimseye bir şey söy­lemesin. İşitirsem, onu derhal mahvederim." Korkup susmuştur. Birgün ben gittim. Daha havadis almak için çok uğraştım. Türlü yollardan girdim; bir şey söylemedi. Halini görüyorum, söyle­mek istiyor, korkuyor. Mahsus saatlerce kaldım. Babası da bizi bir dakika yalnız bırakmadı. Tedbirli adam... Herkes yanma git­meğe korkuyorlardı. Bir daha gittim. Yine havadis almak tecrü­besi yaptım. Yine olmadı. Birgün refikamla kendisine şu haberi gönderdim: "Burda durmasın. Sır biliyor diye Mustafa Kemal mutlaka onu imha eder. Hayatı tehlikededir, Avrupa'ya gitsin!" Cevabı şu olmuş: "Benden evvel o Rıza Nur için variddir. Siz gi­din!" demiş. Zavallı kimseyle görüşmüyordu. Kahretmiş, soka­ğa da çıkmıyordu. Güç vaziyet. Daha dün hâkim-i mutlak halin­de idi. Merasim ve alkışlar içinde idi. Şimdi bir basit fert... Çok söyledim. "Hava almak lâzımdır" dedim. Dinlemedi. Gittikçe zayıfladı, sarardı. Adetâ verem oluyordu.

Ankara'ya gittiğim vakit gördüm. Evvelce çifte mekteplerin üzerinde "Lâtife Gazi Mektebi" yazılı idi. Boşandığının ertesi gü­nü adını kazıyıvermişler... Yaban insanlar, çirkin şey. Sonra kendide bunu işitmiş. Pek gücüne gitmişti. Bundan bana dert yandı.

 


Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur







Devamını Oku »

Takrir-i Sükun Kanunu

Takrir-i Sükun Kanunu

Mustafa Kemal'i halk sevmiyordu. Bursa'da münferit bir in­tihap yapılmış, onun şiddetli gayretine rağmen, muarızı Nureddin Paşa intihap olunmuştur. Bunun parasını Miralay Osman'la o vakit Bursa Belediye Reisi kafalarıyla ödediler. Bu intihabı bunlar yapmışlardı. Miralay Kasap Osman hunhar idi. Bunu Mustafa Kemal, polislere vurdurmuştu. Bu polislerden biri, Ah­met Edip adında biridir. Sonra, Habeşistan'a gidip tanassur et­miş, sonra Mısır'a gelip, Müslüman olmuş, dolandırıcı, rezil bi­ridir.

Eskiden İstiklâl Mahkemelerinin idam kararlarım Millet Meclisi tastik ederdi. Bu sefer bunu da bazı idam olunacak ma­sumların idamına engel olur diye Mustafa Kemal Meclisten al­mış, İstiklâl Mahkemesi sade kendi hükmü ile asıp vuruyordu. Ve bu mahkemeler de bütün idamları Mustafa Kemal'in keyfi ile yapıyordu. O, şunu asın diyor, asıyorlardı.

Bu faciada böyle birçok adamı astığı gibi, hapsedip, muhtelif hapishanelere mahkûm olan veya beraet edenlerin de hesapsız olduğunu kaydedelim.

Nihayet kendilerince terörün tamam olduğuna hükmettiler, artık milleti susturduklarına, keyfemâyeşâ hüküm süreceklerine zahip oldular. Fakat İzmir suikastı gösterecek ki, zehapları yan­lıştır. Terör de kurtaramaz. Belki bazan sade ömrü uzun olur. Hele tarihin giyotininden asla kurtulamaz.

Sahife 540 dan itibaren Nutukta Takrir-i Sükûn ve asmalar­dan kendisini mazur göstermeğe çalışmış. Bu sahifeleri saçmalar doldurmuş. Meselâ diyor ki: "Takrir-i Sükûn Kanununun müd­deti hitamında Meclis lüzumuna mebni tecdid etti. Halbuki Meclis rey sahibi mi?

Sahife 541'de şunu söylüyor: "Cehil, gaflet ve taasubun te­rakki ve temeddün düşmanlığının alâmeti farikası gibi telâkki olunan fesi atarak, onun yerine bütün medenî âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle Türk milletinin medenî hey'eti içtimaiyeden, zihniyet itibariyle de hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzıme idi... ilh…Şu adam bununla ne kadar basit fikirli olduğunu gösteriyor. Âlâ vesika. Zihniyet şapka ile değişir mi? O tahsil ve terbiyenin, bilhassa evolosyon ve uzun bir zamanın yapabileceği bir iştir. Bir saatte bir kanun darbesiyle bir kırmızı kumaşı değiştirmekle zihniyeti değiştir­diğini ve bunu da herkesin böylece oldu zannedeceği kanaatin­de...

Sahife 542'de Takrir-i Sükûn Kanunu Türk milletini mede­nî cihanda lâyık olduğu mevkiye çıkarmak... istibdad fikrini öl­dürmek için yaptık diyor. Bu kadar mugalata ve tezad nadir görülmüş bir şeydir. Hele ikinci cümle için kedinin sirke içme­sine şaşarım derim, istibdadı imha için, istibdad, mezalim, dere gibi kanlar!... Ayol böyle de olsa, ikisi de istibdad. Hem hangi istibdad fikrini öldürmek için? Ne mugalâta? Bunu ifade için kelime bulamıyorum, müşkilât içindeyim. Yok, tarifi yok... Hal­buki kolay yazı yazanlardanım. Türkiye'de bilhassa kuvvetim vardır.

Şunu açık söylesen! "Müthiş bir terrör ile milleti susturdum. Hareket ve icraatıma serbest yol vermek için Takrir-i Sükûn yap­tım, kanlar döktüm" desene. İşte hakikat budur...

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Mustafa Ke­mal Şapka İşini Darbe ile Yaptı

Mustafa Ke­mal Şapka İşini Darbe ile Yaptı

Mustafa Ke­mal bu şapka işini darbe ile yaptı ve bunun müthiş zararları ol­du:

1 - Vicdanlara tahakküm. İnsan ne isterse onu giyer. Kimin ne karışmak hakkıdır. Bu kadar da hürriyet olmazsa o hayat mıdır? Bu istibdattır. Çirkin. İslâmiyetin muamelât-ı hâs namıyla insan­ların yediğine, içtiğine kadar karıştığım söylerler ve bunu tenkid ederler. Bu fikir yayılmış, revaçta bir fikirdir. Bir gün Fransa'nın cenubunda "Kan" da Fransız Âyan âzasından Şerabo ile görüşü­yordum. İstanbul'dan sordu. Ben de: "Biz de artık sizin gibi şap­ka giyiyoruz. Soracak bir şey kalmadı" dedim. Şerabo: "İyi ama, insanın giyeceğine kadar karışılır mı? Bu çirkin bir istibdad" de­di.

2 -Halkta büyük bir inkisar oldu. Mâneviyatı kırıldı. Gâvur olduk zanettiler, Hükümete diş biliyorlar. Birgün harp olsa, bu millet gayretle harp etmez.

3- İktisadî müthiş bir zarar. Milyonlarca lira harice aktı, gitti.Bundan da yahudiler istifade ettiler. İtalya ve Fransa'da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular. İki-üç frank kıymeti olan bu şapkalar, en aşağı on liraya (yüzyirmi frank) sa­tıldı. Bunların çoğu zımpara kağıdı ile temizlenmiş şapkalardı. Bugün bu adamlar (Mustafa Kemal ve İsmet) harice para gitme­mesi ve iktisat edilmesi zarureti karşısında çırpınıyorlar. Peki! Bunu beş yıl evvel düşünüp bu milyonları gidermeseydiniz ya. Beş yıl sonra akıllan başlarına geldi diyelim, fakat bu milletin göğsü tecrübe tahtası mı? Beş yıl sonrayı düşünmeyenler, devlet recûlü olur mu? Bunlarla bugünkü buhranın olacağı aşikârdı. Şunu yapacaksın, bari evvelâ bir şapka fabrikası yapsaydın ya... Her şeyi evolosyon yapar. Erbab-ı akıl her şeyi ona bırakırlar. Bu suretle sadmesiz olur biterdi. Yapılacak şey sade evolosyonu sü­ratlendirecek şeylerdi.

Bir de bizim millet fakirdir. Bu sebeple şapkanın cebrî tatbiki hatâ idi. Herkes bir fes alıyor, işte, sokakta, düğünde de, bay­ramda da, merasimde de giyiyordu. Şimdi melon, yumuşak, si­lindir, ilh... türlü şapka ve bunların türlü renkleri var. Merasim­de silindir, siyah melon giyiyorlar. Üstüne smokin, frak ilh.. elbi­seler de zarurî oldu. Bu zavalılar bu kadar parayı nerden vere­cekler? Biz öyle milletiz ki, parayı sade ekmeğe, havaic-i zarurîyeye verebiliriz. Türkler bu fantazi masrafını ailelerin refahına, çocuklarının terbiyesine sarfederlerdi. Böyle fantazi Avrupa'nın zengin milletleri içindir.

Şapka mes'elesinin gülünç ciheti de var: Halk istemeyerek korkudan giydi. Fakat çoğu âdi kasket giyip şemsisiper yerini yukarıya büküyor, ya yana veya arkaya getiriyor, gülünç oluyor.

Bu belki de alnında ziyaya mâni bir şeye alışmamış olan insan­lara güç geliyordu. Ondandı. Bunların fotoğrafı alınsaydı eğlen­celi bir tarihî vesika olurdu. Hattâ bunu o vakit Sinop'ta sürgün bulunan gazeteci Zekeriyya'ya söyledim, güldüktü. Şapka giy­memek için yıllarla başı açık gezen sofular oldu. Hattâ şapka giymemek için nesi var satıp savıp Suriye'ye hicret edenler gö­rüldü. Feci... Köylü şapkayı hâlâ giymediler. Sinop'ta şehre bir saatlik köyde bile adi bezden üç dört şapka yapmışlar, şehre ge­len giyiyor, avdetinde misafir odasına asıp fesini ve sarığını başına geçiriyordu. Her şehre giden köylü bu şapkayı başına ta­kıyordu.

Memurları merasime mahsus şapka ve elbiseyi giymeğe mecbur tuttular. Paraları yoktu. Alamadılar. Hükümet onlara avans yaptı.

Şapkadan sonra, birgün Mecliste Hoca Raif'le görüşüyorduk. Dedim ki: "Siz nerdesiniz, hocalar her şeye küfür der, kıyameti koparırdınız. Buna iptida siz isyan etmeliydiniz. Mükemmel giydiniz. Hattâ içinizden şapka en iyi serpuştur diyenler de ol­du. Siz Türk milleti içinde en çürümüş bir sınıf imişsiniz." "Hak­kın var" dedi.

Bu iş aksülâmallerde kalmadı. Sivas ta, Erzurum da, ötede beride halk, şapka aleyhine kıyam etti. Mustafa Kemal derhal Kel Ali'nin riyaseti altında bir İstiklâl Mahkemesi dolaştırdı. Epeyce adam astılar. Sayışım bilmiyoruz. Halk yıldı, iş bitti. Ası­lan bir hocaya pek acırım. Adım hatırlayamıyorum. Zavallı ka­nımdan evvel şapka aleyhine bir risale neşretmiş, hem de bunu Maarif Vekâletinin izniyle neşretmiş. Adamcağızı Ankara İstiklâl Mahkemesine çektiler. "Ben bunu kanundan bir yıl evvel neşret­tim. Maarif Vekâleti resmen izin verdi" dedi. Dinlemediler. Astılar. Yahu!... Mademki bu asılıyor, ona izin veren Maarif Vekilini e assanız ya.... Hem de mes'ele şapka kanunundan evvel kanunların makabline şümûlü olmaz ve bu en mühim hukukî bîresastır. Burda daha feci bir şey olmuş. Kel Ali bu esnada baş cellâd. Muavini de Kılıç Ali. Kel Ali fena adam değildir. Cidden va­tanperverdir. Fakat cahil ve safderun. Mustafa Kemal onu istedi­ği gibi bu cinayetlerde kullandı. "Şunu as!" diyor, o da asıyordu, Kılıç Ali ise mel'un, habis bir şey. Onun bir merakı vardı, mah­kûm ettiği adamların asılmasında da bulunurdu. Bu kanlı hüne­rini seyretmek ona zevk veriyordu. Bu Hoca'nın asılmasında Hoca'nın boynuna ip geçirilirken, Kılıç Ali de başına bir şapka geçirmiş. "Giy, domuz!" demiş ve küfürler etmiş. Zavallı böyle ölmüş ve böyle saatlerce teşhir edilmiş. Şu Kanlı Kılıç ne acayip bir mahlûktur... İnsan asılan adama hakaret etmekten haya eder. Zavallı eli bağlıdır... İlmik, gözünün önündedir.

Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası , Dr. Rıza Nur
Devamını Oku »

Çıkarları uğruna haramı helal görüyorlar"

Çıkarları uğruna haramı helal görüyorlar"


Gülen Cemaati içinde aktif görevlerde bulunan araştırmacı-yazar Alpsoy: İslami olduğunu ileri süren bu yapının, özellikle son zamanlarımda ciddi şekilde ahlaken çürüdüğünü gördüm








Gülen Cemaati'nden ahlaki çürüme dolayısıyla ayrılan ve cemaatin "futbol imamı" olarak bilinen araştırmacı-yazar Said Alpsoy, yapının, çıkarına olan her şeye otomatikman helal gözüyle baktığını söyledi.

Alpsoy, AA muhabirine, Paralel Devlet Yapılanması'na nasıl girdiğini, burada hangi görevlerde bulunduğunu ve yapıdan niçin ayrıldığını anlattı.

Paralel Devlet Yapılanması ile 17 yaşındayken tanıştığını ve 17 yıl içinde kaldığı bu yapıda çeşitli görevlerde aktif rol aldığını belirten Alpsoy, 2003'te Gülen Cemaati ile bağlarını tamamen kopardığını söyledi.

İdealist bir insan olduğunu ve "İslam'a en iyi hizmeti nasıl yaparım?" diye düşünürken bu yapıyla tanıştığını dile getiren Alpsoy, özellikle yapıda kaldığı son 10 yılda ciddi görevler yaptığını, eksik tarafları ise ideali uğruna görmezden geldiğini kaydetti.

Alpsoy, ilk başta İslam'a hizmet ediyor gibi görünen yapıda zamanla ciddi şekilde "çürüme" meydana geldiğini ve tanık olduklarını artık "midesi kaldırmadığı" için yapıyla yollarını ayırdığını belirterek, "İslami olduğunu ileri süren bu yapının, özellikle son zamanlarımda ciddi şekilde ahlaken çürüdüğünü, İslam hukukuyla kendisini kesinlikle bağlı hissetmediğini gözlemledim" diye konuştu.

- "Çıkar uğruna haramı helal görüyorlar"

Alpsoy, kişiler gibi bu tip toplumsal yapıları da bağlayan farzların ve haramların olması gerektiğini ifade ederek, şunları aktardı:

"Ancak uygulamada gördüm ki o yapının çıkarına olan her şeye otomatikman helal gözüyle bakılıyor. Bu da İslam hukukunun ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Olayların kitaptaki yerine bakmıyorlar. Eğer söz konusu olayda kazançları varsa, kitaptaki hükmü ne olursa olsun bunu helal kabul ediyorlar. Bu, Paralel Yapı'nın kılcallarına kadar uzanmış bir anlayış. Bunları görmemi sağlayan somut olaylar yaşadım. Mesela, 'himmet' adı verilen yardımlarda önceden hazırlığın yapılması, oraya katılan şahısların birinin ilk olarak kalkıp, aslında hayali olan ve asla ödenmeyecek çok yüksek bir rakam söyleyip, diğerlerini psikolojik olarak ona göre zorlaması. Ayrıca kurban bağışlarında yapılanlar. Bunları görünce kendimi o yapıdan ayırdım."

- "Karakterleri her şeyi yapmaya müsait"

Said Alpsoy, Türk milletinin, bu yapının 17-25 Aralık sürecinden sonra gördüğü "gerçek yüzünü" kendisinin 10 yıl önce gördüğünü aktararak, "Kamuoyunda KPSS hırsızlığı, 17-25 Aralık süreci olarak bilinen olaylar hakkında bildiklerim, diğer insanlardan fazla değil çünkü o zamanlarda bu yapının içinde yoktum. Ancak 17 yıl içinde kaldığım bu yapıyı iyi tanıyorum. Bundan yola çıkarak bana sorarsanız, karakterlerinin bu tür şeyleri hatta çok daha fazlasını yapmaya kesin, gözüm kapalı, kendimden yüzde yüz emin şekilde müsait olduğuna şahitlik ederim. Çok daha fazlasını bile beklerim. Bundan daha fazlasını yarın bir gün duyarsam kesinlikle şaşırmam" şeklinde konuştu.

Alpsoy, yaklaşık 45 yıllık geçmişi olan Gülen Cemaati'nin, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi kendisini tehdit altında hissettiği dönemlerde hep aynı tepkiyi verdiğini söyledi.

Yapının tüm bu süreçlerde, "kesinlikle sürtüşmeye, mücadeleye girmemek, 'zillet' olarak yorumlanabilecek bir tevazu göstermek" şeklinde davrandığını dile getiren Alpsoy, normal tavrı bu olan yapının, 17-25 Aralık sürecinin başından beri adeta mutasyon yaşamışcasına, 180 derece ters bir tavır ortaya koyduğunu vurguladı.

- "Kökleri siyonizme dayanan güç odaklarının taşeronları"

Alpsoy, "Bu yapı, sergilediği hırçınlıkla benim gibi 17 yıl içlerinde bulunmuş insanlara bile parmak ısırtıyor" diye konuştu. Yapıdaki değişimin sebeplerine de değinen Alpsoy, şunları anlattı:

"Bu değişimin sebebi şu; önceki tehditlerle karşı karşıya geldiğinde kendisini güçlü hissetmiyordu. Arkasında sırtını dayadığı maddi, dünyevi bir güç de hissetmiyordu. O yüzden teslimiyeti tercih ediyorlardı. Bu süreçte ise göze göz bir mücadelenin içine girdiler. Bu değişiklik bile bence bu yapının aslında sadece kendi adına bir mücadele içinde olmadığının, uluslararası ölçekte, dünyada çok etkili olan ve kökeni siyonist nitelikli uluslararası güç odaklarının Türkiye taşeronluğunu yaptığının göstergesidir. Karşılarında devlet ve hükümet var ancak 'sırtımı İsrail'e, MOSSAD'a, Neoconlara, finans çevrelerine dayamış durumdayım' diyorlar. Bundan yola çıkarak, 'Bir tarafta uluslararası güç odakları, öbür tarafta Türkiye Cumhuriyeti var. Çok dengesiz bir karşılaşma. 'Biz çok güçlünün yanındayız ve bundan dolayı rahat, hırçın, saldırgan olabiliriz' diye düşünüyorlar."

Alpsoy, Paralel Devlet Yapılanması'nın bu süreçten başarıyla çıkmasının imkansız olduğunu ifade ederek, "Çünkü her ne kadar sırtlarını bu uluslararası güçlere dayamış olsalar da sahada savaşan güç itibarıyla, bir tarafta yarı şizofrenik bir emekli vaiz ile onun emrinde 8-10 bin kadar orta ve üst düzey bürokrat, öbür tarafta ise 2 bin 200 senelik geleneğe ve birikime sahip bir devlet var. Bunu yıkmaya çalışan yapı 44 senelik. Bu, çakalın aslanı boğmasına benziyor. Aslan intihar etmeye niyetli değilse, imkansız bir mücadeledir. Şu anda yaşanan bu. Ancak mücadele ederken, ileride bunları mağdur gösterebilecek haksızlıklara imza atılmaması gerekir" ifadelerini kullandı.

(AA)



Devamını Oku »

Batı İstilası

Batı İstilası'Batı'nın her yeri istilâ ettiği kuşku götürmez bir gerçektir; onun etkisi önce elinin hemen erişebildiği maddi alanda olmuştur. Bunu da kâh zorla elegeçirerek kâh tica­ret yoluyla ya da tüm toplumların doğal kaynakla­rını kendi tekeline alarak başarmıştır. Ama şimdi bu durumlar daha da ileri noktalara ulaşmaktadır. Ta­mamen kendilerine özgü olan kendi dinlerini başka­larına kabul ettirme çabası gereksinimiyle sürekli harekete geçen Batılılar, anti-gelenekşel ve mater­yalist düşüncelerini başkalarına da kabul ettirmeyi belli bir ölçüde başarmışlardır.

İlk istila hareketi, sadece bedenlere ulaşırken, bu hareket akılları, ze­kaları zehirlemekte ve maneviyatı öldürmektedir. Uzun sözün kısası, öyle ki biri diğerini hazırlamış ve onu mümkün kılmıştır, öyle ki Batı her yerde kendini kabul ettirmeyi ancak kaba kuvvetle başarabil­miştir. Zaten başka türlüsü de olamazdı: çünkü Batı uygarlığının tek gerçek üstünlüğâ sadece bunda­dır; öteki bütün görüş açılarından ise, çok aşağıda­dır. Batı istilası bütün biçimleriyle materyalizmin istilası demektir; zaten başka turlüsü de olamaz.

 

Rene Guenon,Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »

Modern Uygarlık Sunî İhtiyaçların Çoğaltılması­nı Amaçlar

Modern Uygarlık Sunî İhtiyaçların Çoğaltılması­nı Amaçlar

Bir an için, tüm ideallerini maddî «huzur»a bağlayan ve bu nedenle modern «ilerlemenin hayatlarına getirdiği bütün düzenle­melere çok sevinen insanların görüş açısına koyalım kendimizi: Aldatılmadıklarından emin olabilir­ler mi? Çok hızlı haberleşme araçlarına ya da bu türden daha başka şeylere sahip oldukları için ve hareketli ve daha karmaşık bir hayatları olduğu için, insanların bugün eskisinden daha mutlu oldu­ğu doğru mudur? Bize öyle geliyor ki, durum bunun tamamen tersidir: Dengesizlik gerçek bir mutlulu­ğun koşulu olamaz; Nitekim bir insanın ihtiyaçları ne kadar çok olursa o kadar da bazı şeylerden mah­rum olacak, dolayısıyla o kadar da mutsuz olacak­tır. Modern uygarlık sunî ihtiyaçların çoğaltılması­nı amaçlar?

Daha önce yukarılarda da söylediğimiz gibi, sürekli olarak doyurabileceğinden daha çok ihtiyaç yaratacaktır, çünkü insan bir kez bu yola kendini kaptırdı mı, artık o yolda durması çok güç­tür ve hatta belirli bir noktada durması için hiçbir neden yoktur. İnsanlar, asla düşünmedikleri ve hiç­bir zaman akıllarına bile getirmedikleri bu tür şey­ler yokken, bunlardan yoksun oldukları için hiçbir ıstırap duymazlardı. Şimdi ise, aksine bu şeyler on­larda eksik olursa zorunlu, olarak acı çekmektedir­ler; çünkü onları zorunluymuş gibi görmeye alıştı­lar, böylece onlar gerçekten kendilerine zorunlu ol­du.

Bu yüzden bütün imkanlarıyla, kendilerine mad­dî doyumların tümünü sağlayacak şeyleri edinmeye çalışıyorlar, tatmin olabilecekleri tek doyum maddî doyumlardır: sadece «para kazanmak» söz konusu­dur, çünkü eşya edinmek ancak parayla mümkün­dür; insan ne kadar çok paraya sahip olursa, o ka­dar çok eşya edinmek ister, çünkü durmadan ken­dine yeni ihtiyaçlar bulur. Böylece bu ihtiras bütün hayatın biricik gayesi olur. Bazı «evrimciler»in«ha­yat kavgası adı altında bilimsel yasa saygınlığına yükseltileri Vahşi rekabet buradan kaynaklanmaktadır; bunun mantıksal sonucuysa, kelimenin en dar biçimde maddî anlamıyla sadece en kuvvetlilerin var olmaya hak kazanmış olmalarıdır. Zengin olmayan­ların zenginlere karşı gıpta ve nefret etmelerinin te­mel nedeni de budur.

Kendilerine «eşitlikçi» kuram­lar vaaz edilen insanlar nasıl olur da kendilerinin en hassas oldukları konularda çevrelerindeki eşitsizli­ği görüp, isyan etmezler? Tabii ki, isyan ederler, çün­kü eşitsizlik en yoğun düzeydedir. Eğer bir gün mo­dern uygarlık, kitlelerde doğurduğu sınırsız istekle­rin baskısı altında çökmek zorunda kalırsa, bunun kendi temel günahının haklı bir cezası olduğunu ya da hiçbir ahlâkî cümle ya da ifadeye başvurmadan söyleyecek olursak, bizzat etkili olduğu alanda ken­di hareketinin bir karşılığı olan «bir şok» olduğunu görmemek için insanın iyice kör olması gerekir.

İn­cilde şöyle denilmektedir: «Kılıçla vuran kılıçla ölür.» Maddenin kaba kuvvetlerini alabildiğine ser­best bırakıp ortaya süren kişi aynı kaba kuvvetler­le ezilip gidecektir, çünkü onları tedbirsizce hare­kete geçirince ve ölümcül gidişlerinde onları kesin­likle zaptedemeyeceğini ileri sürünce artık onlara hakim olamayacaktır.

Rene Guenon,Modern Dünyanın Bunalımı
Devamını Oku »