Türkiye'de Etnik İhtilafları Çözmek

Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış olan ve bugün hala varlığını çok güçlü bir şekilde hissettiren etnik ihtilafların sebebi, Türk milliyetçiliğinin etnisist boyutudur. Osmanlı ve İslam geçmişinin muzafer Türk'ün tarihinde bir kaza olarak görülüp ötekileştirilmesi îse bu problemleri daha da müzminleştirmiştir. Türkiye'de etnik ihtilafları çözmenin temel koşulu, cumhuriyet modernleşmesinin etnisist milliyetçiliğinin tasfiyesiyle mümkündür. Yurtdışında yaşayan ancak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan Türklerden söz edilirken kullanılan soydaşlarımız kelimesı (üstelik soydaşlarımız kavramının devletin önemli yerlerini işgal edenler tarafından kullanılması) Türk milliyetçiliğinin etnisist yönünün açık göstergesidir. Türkiye'nin resmi ideolojisi olan tek-parti dönemi Kemalizminin esin verdiği siyasal aktorlerce hazırlanmış raporlarda, modem demokrasilerde bireyin özel alanı olarak tariflenen evlilik gibi konulan merkezi politikanın bir aracı haline getirmek, Kemalizmde totaliterizme kapı açıldığının göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Kamusal ve özel alan ayrımının yapılamıyor olması, resmi dil ile gündelik dilin ayırt edilememesi gibi bir sonuç doğurmuştur. Bunun uzantısı olarak Türk dili denildiğinde, her zaman resmi dili aşan gündelik dil anlaşılmıştır.

Cumhuriyetçi elitin temel korkularından belki de en önemlisi olan ulusal hareketlerin bir yönünü sosyalist enternasyonalizm oluşturuyorsa da, diğer yönünü de İslam'ın ümmet anlayışından kaynaklı tehlike algısı oluşturur. İslam'ın milli sınırlan aşan öznesi olarak Müslüman ümmeti korkusu, Kemalizmi milli bir din inşa etmeye sevk etmiştir. Milli din inşasının bir yönünü ümmet anlayışı korkusu oluştururken, diğer yönünü ise dinlerin çağının kapandığına yönelik pozitivist bilimselcilik anlayış oluşturur. Kemalist elit, Osmanlı'nın çöküşünü İslam'ın Osmanlı'da egemen olan Arap ve Fars yorumuna bağladığı için, bu yorumun dışında bir İslam yorumu yapılmaya çalı şılmıştur.

Türkiye laikliği din ve devlet işlerinin ayrımı ve vicdan özgürlüğü üzerine değil, devletin dini denetlemesi üzerine kurulu olduğu ve devlet belli bir dini görüşün savunuculuğunu yaptığı için, problemlidir. Kemalistlere göre iki tane İslam vardır: Birincisi akıl, ilim ve fenle barışık milli İslam, diğeri ise şeriatçı, gerici, softacı, ümmetçi İslam'dır. Milli din yorumu dışında bir İslam yorumu yapmaya yeltenmek, gericilikle suçlanmaya vesile olur. Bu iki İslam arasında yapıları keskin ayrım, Türkiye'de sivil bir din anlayışının gelişmesine engel olmaktadır. Yalnızca devletin yaptığı İslam yorumunu benimseyenlerin varlığının meşru görülmesi, Türkiye'deki farklı dini yorumlamalar yapanların, ancak devleti ele geçirirsek varlığımızı kabul ettirebiliriz gibi bir algıyla hareket etmelerine sebebiyet vermektedir. Devletin dini kuşatması ve denetlemesinden, ancak dinî karakterli hareketlerin devleti kuşatması vesilesiyle kıırtulunabilir algısını besleyen, Türkiye laikliğinin denetimci, kontrolcü ve dayatmacı boyutudur.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Modernleşmenin Sonucu

Modernleşme toplum içinde farklılaşmaya yol açarken aynı zamanda daha farklı bir boyut ve şekilde birleşmeye de yol açmaktadır. Farklı insanlar aynı organik toplumun parçaları haline gelmektedir. Modernleşme bireyin aklı ile kendi dışındaki otoritelerden özgürleşmesi iken birden insanın aklı ile içinde olduğu bir genel iradeye teslim olmakta ve denetimi kendi içindeki otorite olan akıl tarafından sağlanmaktadır. Yani insan aklının ve genel iradenin tartışmasız, eleştirisiz kulu olmaktadır, insan bireyselleşirken birden tam olarak kavrayamadığı soyut bir bürokrasiye ve/veya ilişkilere teslim olabilmektedir. İnsan doğayı evcilleştirirken birden bunun için geliştirdiği makinelere tabi olabilmektedir.

(van Der Loo ve van Rejien, 2006)
Devamını Oku »

Kemalizm'in Altı Oku

'Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmî dili, Türkçedir. Makam, Ankara şehridir", (Teşkilatı Esasiye Kanunu, 10.01.1945).

İslam'ı devlet dini olarak açıklayan daha önceki cümlenin kaldırılması değişikliğinin bu maddeye etkisi, bununla birlikte, ulusal toplumun bütünlük ilkelerini ifade etmek eğilimiydi.

Fakat Kemalist programın kullandığı sıfatlar, biraz açıklanmaya gerek duvar. "Cumhuriyetçi", elbette siyasî örgütlenmenin doğasına işaret eder. "Milliyetçi", özellikle Ziya Gökalp'in Türkçülüğü ile ülkede ve toplumda kurulan Türk birliğini ifade eder. Yine, "halkçılık", yüksek ahlakî bilinç ve ulus vicdanı olarak görülen toplum idealini yansıtır. Kısaca bu Durkheim'ın "ahlakî olgucundaki yerleşik değerlerin bir dışavurumudur (1924). Devletçilik, bazı Avrupa uluslarının ileri sürdüğü totaliter ilkelere değil, aksine devlet toplumu içinde bireylerin özellikle ekonomik düzeyde bütünleşmesine işaret eder. Yine, devlet toplumun laik (Fr. laique) doğasının vurgulanması, Durkheim ve Gökalp'in akıl yürütmesine uygundur. Atatürk'ün din ve sosyo- politik işler ayrımı, Durkheim'dan sonra Gökalp'in toplumdan kutsalın çekilmesi koşullarında olduğu gibi, Avrupa uluslarının bazısını karakterize eden ruhban karşıtlığı ve ikon kırma ruhunda çok fazla üstlenilmemiştir.

İslam, Türk vatanseverliğinin yükselişiyle gerileyecektir. Sonuncu olarak devrimcilik ilkesi vardır. Kemalist anlamda devrim, başarılmış bir olgu olduğu için, bunu yorumlamak daha kolaydır. Fakat Türk devrimcilik ilkesi, reforma veya etkin bir değişime işaret eder. Çıkarım, tekrar idealleştirilmiş Türkçülük ruhuna ve Batı'dan kurumları alan Türkiye ve toplumunun onları bütünüyle Türk özellik ve yapısında düşünmek zorunda olduğu noktasına geri döner (Duda 1948:99-100; Heyd 1950: 78-81).

Kemalist ideolojinin bu sözde altı ilkesi gözden geçirildiğinde, buradakinin devlet sosyalizminin bir başka biçiminden biraz daha fazlası olduğu görülebilir. Bu devlet sosyalizmi, İngiliz İşçi Partisi'ninkiyle, hatta daha iyi Fransa veya İtalya'nın sosyalist partilerinin tasarımlarıyla, belki daha az sevimli olarak, Nazizmin acımasız devletçiliği ile karşılaştırılabilir. Fakat bu değerlendirmelerin hiçbiri Türk gelişmesine adil değildir. Doğrusu, nihaî ürün, sosyalizm veya totalitarizme benzeyebilir. Fakat Durkheim'ın bütün önceliği topluma verdiği ve bireyin değerini önemsemediği hatırlatılmak zorundadır. Türkler, bu anlayışı korurlarken, kollektif eylemin keyfî olmadığını ve Hegelci diyalektikte dile getirilmediğini savunurlar. Türkiye'de devletçilik, kollektif iradenin belirtisi olarak yorumlanır. Türkiye, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında tedrici olarak sanayileşip, yurt dışından sürekli yardım alıcısı olmuşken, devletin toplumsal eylem mantığı Durkheim'ın fikirlerine geri dönmüştü. Gerek devlet toplumu bütünleşmeyi başarırken, gerekse toplumsal yapı ve toplumsal yapı ve toplumsal eylem işlerken, kollektif bilincin yüce idealleri doğar ve ekonomik batılılaşma gelişimini sürdürebilir.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Millet Garbîleşmekle Değil, Dîn-i Mübîn-i İslâma Sarılmak Sûretiyle Mevcudiyetini Kurtardı

Yanlış Batılılaşma politikası hakkında Kazım Karabekir şu düşünceleri ileri sürmektedir:

"... Batılaşmak veya Batılılaşmak adımlarımızı, hemen 100 yıldır halktan kaçmak ve onları kendi âlemlerine bırakmak suretiyle heder ettiğimizi bugün bile anlayamıyoruz! Daha doğrusu anlatamıyoruz!...”

Şu değerlendirmeler de ona aittir: "Milletin bazı esas sedyelerini terk ederek Batınınkini aynen almak isteyenler var. Bu bizi insanlığımızdan çıkaracaktır bana göre, özellikle Batılı gibi tüketmek, Batı mallarını tüketmek ekonomimize zarar verir...

Kazım Karabekir

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Türkler için Türkiye Anlayışı

Kemal Atatürk'ün diktatörlüğü, Mussolini, Hitler ve Stalin'in de geldiği aynı ortam çerçevesini ortaya koyar. Belki paralellik, iyi algılanır. Çünkü I. Dünya Savaşı'nı izleyen belalı ara, orada burada lider esasında çıkış bulan, Avrupa boyunca canlanmış bir milliyetçiliğe yolu açmıştı. Modern Türk tarihinde Atatürk rolünden kazanılan izlenim, acımasız ve ezici iktidar izlenimidir. Lider, bir kez dümene geçmişse, Türklerin onun yürürlüğe koyduğu reformlarla birlikte gitmekten başka hiçbir alternatifi yoktu. Fakat Türkiye Cumhuriyetinin yöntemleri, ulusal amaç ve özlemleri, İtalya'ya, Almanya'ya veya Sovyetler Birliği'ne ait olanlardan kesinlikle farklıdır. Ne Lebensraum arayışı ne de moral veya tarihsel üstünlüğün görev yapılan özlemleri şeklindeki Avrupa'nın totaliter diktatörlüklerinin emperyalizmi, Türkler tarafından paylaşılmaz.

Gerçekten, Türkiye'nin sultanlar yönetimindeki imparatorluk acılan, dış adanmışlıklardan kaçınmak için yeterli bir kural olarak görünmüştür. Komşu devletlerle bir dizi saldırmazlık antlaşması şeklindeki Atatürk'ün dış politikası, devrimin hedefinin iç değişim ve gelişmeye yönelik olduğunun bir göstergesidir. Nitekim bu, en azından siyasî ve askeri olarak uzaktan, dışarıda benimsenmişti. Mussolini'nin faşizm havariliğinin, Hitler'in ırkçılığının veya Stalin'in gerekirciliğinin Türkiye'de dengi yoktur. "Türkler için Türkiye", farklı bir bağlamda, Durkheim'den alınan bir görüş açısından Atatürk'ün desteğinde  oluşturulmuş bir anlayıştır.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Cumhuriyet Modernleşmesi
Devamını Oku »

Batı Tipi Milliyetçilik

Aydınlanma” dönemi ve sonrasında Batı’da doğan bütün ideolojilerin özelliği, dine karşı olumsuz tavırda olmaktır. Temeli materyalizm olan bu ideolojilerin en tesirlisi de, hemen hemen diğer bütün ideolojilerin de içine sızmış olan sözde milliyetçiliktir. Batı tipi milliyetçilik diyebileceğimiz bu ideoloji, ilkel toplumlarda görülen kavmiyetçiliğin, “modern” Avrupa’da “bilimsel” bir görünüm verilmiş halinden başka bir şey değildir. İslamiyet’in şiddetle reddettiği bu cahiliye dönemi âdeti, ''aydınlık'' sevdasına düşmüş bir avuç okumuş tarafından maalesef bizim memleketimizi de yaygınlaştırılmıştır.

Kaynak:

Hüseyin Dayı-Milliyetçiliğin Dinle Kavgası

Devamını Oku »

İttihat Ve Terakki'nin Fikri Temelleri

“Muasırlaşma" ihtiyacı askeri yenilgiler üzerine başladığı için ilk ‘“muasır” eğitim de askerî okullarda verilmiş ve böylece “aydınlanmacı hürriyetçilik” de ilk önce askerî okullarda zemin tutmuştur. Bu yüzden de İttihat ve Terakki, önce Askerî Tıbbiye talebeleri arasında gizli bir örgüt olarak kurulmuş, önce “cemiyet” diye nitelendirilmiş, daha sonra ise “fırka” (parti) haline dönüştürülmüştür.

Bu cemiyetin fikri temelleri “aydınlanma” kavramından da anlaşılacağı gibi, din karşıtlığıdır. XIX. Yüzyılın biyolojik materyalizmi Askeri Tıbbiye’de yerleşmiş bir anlayıştı. Bu okuldaki öğrenciler, kendilerine okutulan derslerden dolayı hayatı, Allah’ın iradesine değil, biyolojik fizyolojik süreçlere bağlıyorlardı.

Kaynak:

Şerif Mardin-Türk Modernleşmesi-syf;99-100
Devamını Oku »

Batıya Uymak Yerine Yaşam Biçimine Uygun Kanunların Yer Alması Gerekir

Batı, yaşam biçimini öyle üç yılda oluşturmadı. Sömürdü, sömürmekle elde ettiğini aklı kullanarak işledi. Parayı akılla destekledi, ilmi geliştirdi. Sonuçta aynı maddi kaynak birçok petrol ülkesinde de var, fakat o ülkeler aklı kullanmaktan yoksun. Parsellendiği için sömürecek yer kalmadığına göre ve Güney Doğu’da sahiden petrol yoksa şu aşamadan sonra yapabileceğimiz; yaşam biçimini benimsemediğimiz Batı’nın hukukuna ortak olmaya çalışmak yerine, bu yaşam biçimine uygun kanunların yer aldığı hukuksal bir üstünlüktür.

Hece Dergisi,Batı Medeniyeti Özel Sayısı
Devamını Oku »

Modern Bilim İle Batı Klasik Kaynaklarından Uzaklaşmıştır

Modernite ile birlikte Batı dün­yası, geçmişini temellendirdiği iki ana dayanaktan uzaklaşmayı esas almıştır. Çünkü Batı dünyası, “Antik Yunan düşünce geleneği” ve “Hristiyanlık” olmak üzere iki temel kaynakla kökleşmiştir. Ancak özellikle 17. yüzyıldaki bilgi ve bi­lim anlayışının evren tasavvuru üzerindeki yansımalarıyla Batı dünyası bu iki dünya görüşünden uzaklaşmaya başlamıştır. Şöyle ki Kopernik, Kepler, Galileo ve Newton gibi bilim adamlarının bilgi ve dünya algılayışları hem antik Yunan birikiminden hem de Hristiyanlık geleneğinden farklılık göstermektedir. Örneğin tarihsel süreç izlendiğinde modern bilimsel düşüncenin doğuşunu hazırlayan ön­cü bilim adamı Kopernik, kendi ismiyle anılan bilimsel bir devrimi gerçekleşti­rirken bu farklılığı ortaya koymuştur. Çünkü Kopernik klasik evren anlayışının tamamen değişmesine sebep olan bir “modern kozmoloji” anlayışım tesis etmiş­tir. Batı dünyası Kopernik zamanına kadar dünya merkezli bir evren tasavvuru­na sahipken Kopernik güneş merkezli bir dünya anlayışının yerleşmesini temin etmiştir. Klasik Batı düşüncesinin evren anlayışım ise Arsito’nun ‘’ay-altı” ve “ay-üstü” alem olarak tasnif ettiği dünya ayrımına bağlı olarak Hıristiyan bir te­oloji oluşturmaktadır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi modern bilimin evren üzerinden gerçekleştirdiği ciddi bilgi dönüşümü ile Batı klasik kaynaklarından uzaklaşmıştır.

Kaynak:

İbrahim Yenen-İslam Medeniyeti Özel Sayısı Hece Dergisi
Devamını Oku »

Postmodernizm ile İslâm Arasında Bağ Varmıdır ?

İlk bakışta Postmodernizm, modernitenin aksine geçmişle bağ kurulmasından yana gözükmekledir. Ama hiçbir eksen ol­gusu ve yargısı olmadığı için elle tutulur somut bir sonuca ulaşamamaktadır.Öznesizlik ve belirsizlik onun en temel esprisidir. Hatta mevcut haliyle günümüz­deki borsa, ciddi hiçbir gerekçeye dayanmayan iniş ve çıkışlarıyla tipik bir post mo­dern durumdur. Yine kumar postmodernizmi simgeleyen bir olgudur; bir zarın atıl­dığı, bir kâğıdın çekildiği, birkaç saniyenin heyecanının sonsuzlaşlığı duygusunu ve­ren bir ilişki biçimidir. Burada kapitalizmin eleştirilebilir yönlerine rağmen düzenli kazanma düşüncesi bile köşe dönmecilikle yer değiştirmiştir.

Postmodernizmde çoğulculuğun kapısı açılmış tarih ve gelenek içeri alınmış, ama ne tarih ve ne de gelenek eski yerini bulamamıştır. Ancak çoğulculuktan yararlana­rak farklı sesler yükselmeye başlamıştır: Değişik etnik gruplar, feministler, eşcinsel­ler ve benzerleri değişik alanlarda seslerini duyurmaya başlamışlardır. Önceleri bas­kın toplumsal yapının egemenliği altında suskunluğa zorlanan gruplar seslerini yük­seltme ve baskın toplumsal yapıya varlıklarını kabul ettirme konumuna gelmişlerdir. En etkin kitle iletişim aracı olan televizyondan yararlanmaya başlayan bu geçmişin merkez dışı güçleri artık yeni kitlelere ulaşmayı başarmışlardır.

Moderniteye karşı geleneği savunmakla tanınan Nasr’a göre de postmodernizm çoğu açıdan modernite tezlerine zıttır. Ancak bu, kutsalın gerçekliğini ve zihinsel  manevi olanın kesinliğini savunma yönünden bir zıtlık değildir. Postmodernizm her türlü kesinlik, mutlaklık ve kalıcılığa karşıdır. Dinin kutsal yapısını, hatta kutsal ya­zıları bile yapı bozumuna uğratma gayretindedir. Modern kültür vahyi reddediyordu. Postmodernizm vahyin yanında aklı da reddetmektedir. Postmodernizm yukarıda söz konusu edilen yapı bozumunda da değerlerin ve kültürlerin göreceliğini vazede­rek dinlerde bir boşluk yaratma çabasındadır. Dolayısıyla İslâm’ın postmodernizm ile uzlaşması mümkün değildir.

Şüphesiz postmodernizm de İslâm gibi, dinin politikasıyla bağlantısı, bilginin ta­biatı, ahlâkın kaynağı ve kamusal alandaki yeri, din - bilim ilişkisi gibi pek çok soru üzerinde durmakta, fakat çözümleyici cevaplar verememektedir. Hâlbuki postmoderniteye karşılık İslâm, konulara hem daha çok nüfuz edebilmekte, hem de insanı daha etkileyici olabilmektedir

Yani bazılarının sandığı veya iddia ettiği gibi postmodernizm ile İslâm arasında an­lamlı bir bağın ve ortaklığın olduğu düşünülemez. Her ne kadar İslâm’ın moderniteye karşı tavırlarında postmodernizmle bazı benzeşen tarafları bulunsa bile İslâm ondan mega -söylem karşıtlığı gibi konularda bütünüyle ayrılır. Bir din olarak İslâm, postmodernitenin ifadesiyle hayatın ve kainatın geçiciliği, Ölüm gerçeği, ahlâk ve erdemliliğin gerekliliği, öte dünya, cennet- cehennem gibi büyük bir üst anlatıya sahiptir.

Sonuç olarak denebilir ki moderniteye yöneltilen eleştiriler aynen post modemiteye yöneltilebilir. Çünkü bir kültür düzleminde aynı şeyleri paylaşmakladırlar.Dolayısıyla postmodernizm aynı enkazın altında çırpınmaktadır.

Kaynak:

Hece Dergisi-Postmodernizm Özel Sayısı
Devamını Oku »